Ortadoğu ve Afrika Niçin Önemli?
Osmanlı Devleti son yıllarını yaşamaktadır. Dünya büyük bir savaşın eşiğindedir. Devlet özel konumu olan Kudüs’ü doğrudan İstanbul’a bağlı bir sistem ile idare etmektedir. Buna rağmen orada ve çevresinde dünyanın o günkü büyük güçleri faaliyetler göstermektedirler. Özellikle misyonerler aracılığı ile inanç gurupları birbirine karşı kışkırtılmakta ve sorumluluk asırlardır barışı sağlayan Osmanlı Devleti’ne atılmaktadır.
Bütün bu olayları gözlemleyen Kudüs Osmanlı Mutasarrıfı İstanbul’daki hükümete bir rapor yazarak oradaki durumu özetler. Yaptığı tespitler dünya durdukça geçerliliğini koruyacaktır. Osmanlı Kudüs Mutasarrıfı Kemal Bey der ki:
Bütün dünyanın dikkatleri bu bölgede yoğunlaşmıştır. (Tabii bu günden bakarsak hemen aklımıza Ortadoğu’nun sahip olduğu kaynaklar gelir ve bu hükme onay veririz. Oysa O, bambaşka bir şey söylemektedir). Bugün, yarın ve gelecekte her zaman dünya durdukça dikkatler Kudüs ve etrafındaki coğrafyaya (Ortadoğu’ya) yoğunlaşacaktır, çünkü: (Onun deyimiyle)
- Bu coğrafya Cevelangâh-i Musa’dır. (Hz. Musa’nın dolaştığı güzergahtır)
- Bu coğrafya Mehd-i İsadır. (Hz. İsa’nın doğduğu yerlerdir)
- Bu coğrafya Mirac-i Muammedi’nin sahnesidir. (Hz. Muhammed’in Miraca çıktığı yerdir)
İşte, sonradan ortaya çıkan ve Ortadoğu’yu önemli kılan gerekçelerin tamamı ortadan kalksa da bu bölgeye olan ilgi yukarıdaki nedenlerden dolayı hiç bir zaman bitmeyecektir. Dünya’nın her tarafında her saat ve her zaman diliminde bu coğrafya konuşulmaya devam edilecektir.
Diğer taraftan Afrika da sahip olduğu beşeri ve doğal kaynaklar, sürekli büyüyen nüfusu ve gelişme potansiyeli açısından dünyanın eski ve yeni cazibe merkezidir. Dünyanın ekonomide temel değer aldığı altının diyarı olduğu gibi, modern ve post modern dalgalardan en az etkilenen bir kıta olması hasebi ile yine dünyanın görülmeyen cazibe merkezidir Afrika.
Ortadoğu ve Afrika’da yanan her ışıkta, sönen her ocakta Türkiye’nin tarihi bir sorumluluğu vardır. Bizler görmezlikten gelsek veya inkar etsek bile tarih bu sorumluluğu kaydedecektir.
Nitekim modern dünyanın çoktan kaybedip şimdilerde aradığı doğal hayat, insanî dayanışma, tabiatla iç içe yaşama kültürü de hala Afrika’dadır. Sömürgeci güçlerin faaliyetleri ve dış müdahalelerin olmadığı asırlardan önce barış içinde yaşayan Afrika toplulukları insanlığa pek çok şey hediye etmişlerdir. Ancak bugün bilinçli bir şekilde Afrika’nın sadece olumsuz yönü dünyaya servis edilmektedir. Oysa orada da bilim vardı, sanat vardı.
Türkiye’nin Birikimi Nedir?
Türkiye’nin bu iki coğrafya ile de hem fiziki ve hem de gönül bağları vardır. Ortadoğu’nun tamamına yakını, Afrika’nın çoğunluğu müslümandır. Türkiye ile bu coğrafya arasındaki tarihi bağlar güçlü ve yeni ilişkileri destekleyecek olumlu hatıralar üzerine kurulmuştur. Bu coğrafyalar Türkiye’nin tarihi derinliğinin uzantısı içindedir.
Türkler Ata yurtlarından Batı’ya doğru geldiklerinde ilk yurtlarını ve ilk siyasi teşkilatlarını Afrika, akabinde Ortadoğu’da (Irak-Suriye) kurduktan sonra nihayetinde de Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Türklerin Anadolu’dan önce ilk devlet kurdukları yerin Mısır olduğu unutulmamalıdır. Yani Türkler Anadolu’da tutunma gücünü burada toplamışlardır. Buradan aldıkları ile Anadolu merkezli bir dünya devletini, Osmanlı Devleti’ni kurabilmişlerdir. Bu coğrafya Türkiye’nin tabii müttefikidir. Ancak çeşitli nedenler ile uzun zaman ihmal edilmiş ve hatta unutulmuştur.
Şimdi Türkiye’de, ‘bu coğrafyada kimler yaşamakta, hangi diller konuşulmakta, inançları, sosyal hayatları nasıldır, siyasi yapıları nedir, doğal kaynaklarını kimler yağmalamaktadır’ vb. sorularının cevabını kaç kişi cevaplayabilmektedir?
Oysa Türkiye son yıllarda başta Filistin meselesi olmak üzere Ortadoğu ülkelerinin hemen her işi ile ilgilenip, bu bölgelerde umut haline gelirken diğer taraftan da haklı bir yaklaşımla 2005 ten itibaren Afrika’ya açılım kararı almış ve hatta Afrika Birliği ile stratejik ortaklık belgesi imzalamıştır. Bu çerçevede İkinci Türkiye-Afrika Birliği Zirvesi Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılacaktır. Unutulmamalıdır ki Ortadoğu ve Afrika’da yanan her ışıkta, sönen her ocakta Türkiye’nin tarihi bir sorumluluğu vardır. Bizler görmezlikten gelsek veya inkar etsek bile tarih bu sorumluluğu kaydedecektir. Kısaca özetlenen bu gerçeklere rağmen Türk kamuoyu bu coğrafyaları gerçekten tanımamaktadır. Zaten az olan okuma alışkanlığının yanı sıra bu konuda Türkçe kaynakların azlığı da ayrı bir handikaptır.
Üniversite ve Medyanın Yetersizliği
Ülkemizde bu alanda yapılan bilimsel araştırmalar yetersizdir. Üniversitelerimiz birçok sorunla boğuşurken veya zihniyet devrimi yapamadığı için bu alanda araştırmaları yapacak kurumları oluşturamamaktadır. Belki birkaç iyi niyetli girişim ile açılmış olan çok sınırlı sayıdaki Enstitü, Araştırma ve Uygulama Merkezleri ise ehil olmayan ellerde iş yapmaktan uzaktır. Oysa bu konuları öğrenme arzusu duyan ve araştırma yapmak isteyen binlerce genç bulunmaktadır. Tamamen bireysel gayretler ile bazı Üniversite programlarında Ortadoğu ve Afrika ile ilgili dersler konulmuş olsa da, kurumsallaşma imkanı verilmediğinden beklenen sonuçları vermemektedir. Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora seviyesinde birbirini takip edecek programlar ve Doçentlik aşamasında Ortadoğu ve Afrika ile ilgili uzmanlık alanları açılmadığı sürece bu bireysel gayretler de heba olmaya mahkûmdur. Bu alandaki bilimsel düzeyimiz ve uzmanlığımız Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika’daki algısının çok gerisinde bulunmaktadır.
Türk medyası ise genelde olayların gelişimini tamamlaması akabinde harekete geçer. Zaman zaman çeşitli sütunlarda veya programlarda az da olsa bölgenin sorunlarına yer verilmektedir fakat bütünü ile Ortadoğu ve Afrika’ya tahsis edilen bir sütün/program bulunmamaktadır. Görsel medyada bazı belgeseller yayına girmekle birlikte onlar da güncel gelişmelerden uzak olan arşiv programlardır. İşin acıklı tarafı bütün dünya medyasında bu alanlarda uzman isimler ya doğrudan istihdam edilmekte veya konuk yazar/konuşmacı olarak fikirlerine önem verilmektedir. Halbuki ülkemizde bu alanda uzmanlaşan çok az gazeteci bulunmaktadır. Alan ile ilgili bilimsel çalışmalar yapanlara ise iltifat edilmemekte veya onlara sadece bir sütünü/ekranı dolduran “malzeme” olarak bakılmaktadır. Yaptıkları işe gereken önem verilmemekte hatta saygı duyulmamaktadır.
Bütün akademik yetersizlik ve olumsuzluklara rağmen, Türkiye’de sivil toplum inisiyatifi resmi kurumların, üniversitenin ve medyanın önüne geçmiştir. Türkiye’nin hemen her tarafında kıt imkanlar ama samimi duygular ile faaliyete geçen STKlar Ortadoğu ve Afrika’yı kendi dertleri bellemiş ve imkanlarını seferber etmişlerdir. Ancak bu gönüllü faaliyetleri sürdürenlerin uzmanlıkları çoğu kere sınırlı olduğu gibi onların bilgi üretme gibi bir sorumlulukları da yoktur. Bu yüzden onların yaptıkları çalışmaların verimli olması ve hedefine ulaşması için bir taraftan siyaset, diğer taraftan üniversite ve medya desteğine ihtiyaçları vardır.
Hülasa, Ortadoğu ve Afrika konusunda da yeni bir milada ihtiyaç bulunmaktadır. Yükselen Türkiye’nin temel dinamiklerinin bu coğrafyada olduğu bilinciyle ORDAF, sınırlı imkanları ile bu amaca hizmet eden bir kuruluş olarak, Türkiye, Ortadoğu ve Afrika halkları adına ısrarını sürdürecektir.