22.Dünya Petrol Kongresi (WPC), devlet adamları, küresel enerji şirketlerinin temsilcileri, danışmanlık şirketleri, medya mensupları ve akademisyenlerin katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirildi. Global enerji piyasalarında son yıllarda sürekli atıf yapıldığı gibi İstanbul Kongresi’nde de yenilenebilir enerjinin geliştirilmesi ve yayılmasının ehemmiyetine dikkat çekildi. Petrol şirketlerinin tarihini araştıran Ali Okumuş’un ORDAF’ta yayınlanan yazılarında da temas ettiği üzere petrolün tükenmek üzere olduğuna dair iddialar yaklaşık yüz yıldır Batı medyasında dile getirilmekte. Peki, günümüzdeki yenilenebilir enerji hedeflerinin dayanağı gerçekten sadece petrolün tükenmesi veya küresel ısınma tezi ile mi alakalıdır? Yahut bir dönem tüm dünyaya fosil kaynaklarını dayatanların yeni dönemde bu kaynakları yasaklayarak yeni enerji sektörleri oluşturacağı uzun vadeli stratejilerinin zemini mi döşenmektedir?
Küresel Isınma, Paris İklim Antlaşması ve ABD’li Petrolcüler
Yıllardır dünya medyasında ve konferanslarda dile getirilen “küresel ısınma” hikayesinin altyapısı çevre kirliği ve bunun iklim üzerindeki olumsuz etkileriyle uzun vadede insan sağlığını daha fazla tehdit edeceği tezine dayanmaktadır. Elbette hakikate dayanmakla birlikte bu hikayenin hedefi yenilenebilir enerji sektöründe dev yatırımlar planlayan ve bunun altyapısını kurmaya başlayan bazı küresel şirketlerin çıkarlarına da hizmet etmektedir. Bloomberg medyası yenilenebilir enerji imkanlarının küresel reklamını ve araştırmalarını yaparken bu sahada danışmanlık hizmetleri sunarak büyük yatırım alanı açmıştır. ABD’nin dünya petrol piyasasını yönlendirme politikasında büyük rol oynamış Rockefeller Ailesi, geçtiğimiz yıllarda fosil piyasasındaki yatırımlarını sona erdireceğini açıklamasıyla çok dikkat çekmiştir. Fransa’nın fosil yakıtı peyderpey yasaklama projesi ve bazı kalabalık dünya şehirlerinde dizel yakıtın yasaklanmasına adım atılması bu minvaldendir.
Tarihe baktığımızda rüzgâr enerjisiyle çalışan eski yelkenli gemilerden sonra 19. yüzyılda gemilerin ve trenlerin kömür yakarak yol aldıklarını görürüz. Kömürün yakıldığı dönemde bu madene sahip İngiltere, ABD ve Almanya’nın sanayide hızlı ilerleme sağladıkları görülmüştür. 20.yüzyılda ise petrol çağını yaşamaya başladık. ABD’de petrol kuyularının açıldığı eyaletlerde insan sağlığının tehdit edilmesi ve buna bağlı ölümlerin yaşanmasına rağmen yeni düzenlemelerle işlerin yoluna konduğu ve tüm dünyada petrol bağımlısı üretim ve enerji sektörlerinin geliştirildiği bilinmektedir. Yakın dönemde petrolden çekileceğini ifade eden Rockefeller, geçmişte daha fazla petrol pazarlayabilmek için tüm dünyada otomobillerin ve otoyolların yayılması için reklam propagandalarını finanse etmişti.
2015’te taslağı belirlenen ve geçtiğimiz yıl imzalanan Paris İklim Antlaşması, küresel ısınmayı kontrol altına almak ve ziraat sahalarına zarar vermeyecek şekilde yeni enerji üretim sahaları açmayı hedeflemiştir. Antlaşmanın uzun vadeli hedefinin uzun vadede fosil kaynakların yakılmasını önlemek şeklindedir. İnsanlığın geleceği için daha yaşanabilir çevre şartlarının oluşmasına imkân sağlayacak bu girişime karşı şimdilik en büyük tepki petrol üreticisi dev şirketlerden gelmiştir. Gerek 2014’ten sonra düşen petrol fiyatları ve gerek Paris Antlaşması’nın orta ve uzun vadeli hesapları petrol üreticisi ülkelerin yeni gelir kaynağı oluşturma politikasına başvurmalarını sağlamıştır. Suudi Arabistan’daki yeni Veliahdın planları da bu gelişmelerin tezahürü olarak göze çarpmaktadır. Benzer şekilde ABD’li şirketlerin sahne arkasındaki tepkileriyle Başkan Trump’ın antlaşmadan çıkma kararı dikkat çekicidir.
Paris Antlaşması, Batılı şirketler öncülüğünde yeni bir enerji politikasına yelken açıldığını gösteriyor. Ancak ABD’deki petrolcülerin yenilenebilir enerjiye yatırımları devam ederken bir süre daha dünya fosil piyasasındaki konumlarından istifade etme hedefleri doğrultusunda ABD Başkanı’nın Paris Antlaşması’ndan çekildiklerini açıklaması şimdilik şaşırtıcı değildir. ABD’li enerji şirketlerinin güneş ve rüzgar enerji imkanlarının yer yüzüne yayılacağı döneme kadar dolar üzerinden ellerinde tuttukları küresel petrol ve gaz tüketimini desteklemeye devam edecekleri ortadadır. Dolayısıyla ABD’nin enerji siyasetinde gerçekçi önceliklerin kısa vadede iklim tartışmaları veya küresel ısınma meselesinden ziyade Trump’ın dile getirdiği “önce Amerika” sloganıyla tezahür eden ekonomik realite olmuştur. Washington’daki mevcut hükümetin antlaşmadan çıkış kararı önümüzdeki yıllarda yeni bir kararla değiştirilmezse ABD’nin Paris Antlaşması’ndan hukuken çıkışı 2020’nin sonlarına doğru ancak gerçekleşecektir.
I.Dünya Harbi sonrasında Ortadoğu petrollerinin İngiltere ve Fransa kontrolüne girmesine sessiz kalmak istemeyen ABD’li petrolcüler, San Remo Antlaşması’na itiraz ederek Ortadoğu’ya girmiş ve bölgede petrollerinden pay toplamaya başlamışlardı. Washington, bunu yaparken niçin Ortadoğu’ya gittiğini halkına izah ederken çok yakın bir gelecekte ABD topraklarındaki petrol kaynaklarının tükeneceğini anlatmıştı. “Enerji güvenliği” olarak tasvir edilen bu mesele II.Dünya Savaşı’nda ve sonrasında da kullanılmıştır. İngilizlerin Ortadoğu’da daha fazla pay teklifi üzerine Almanya’ya karşı savaşa girmeyi kabul eden ABD Hükümeti, aynı senaryo ile yakın gelecekte ABD’nin petrolsüz kalacağını, Hitlerin petrolleri ele geçireceğini, ABD Ordusu’nun Avrupa ve Ortadoğu’da yer alarak güvenliğe katkı sağlaması gerektiği propagandasını yaymıştı. Savaş sonrası yıllarda Avrupa’daki kömüre dayalı piyasadan petrole dayalı enerji üretimine geçişte ABD’nin Avrupa ülkelerine yardımcı olduğu görülmüştür.
Türkiye’nin Milli Enerji ve Maden Politikası
Türkiye, fosil yakıta bağımlılığını azaltma noktasında planlamalar yapsa da henüz gerekli yatırımları sağlayamadığından yenilenebilir enerji sahasında geride seyretmektedir. Petrol Kongresi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Sn. R. Tayyip Erdoğan, enerji yüzünden savaşlar ve kavgaların yaşandığı bir dünyada Türkiye’nin kazan-kazan ilkesiyle hareket ederek güvenli bir enerji koridoru, “Enerji’nin İpek Yolu”, olmayı hedeflediğine, son yıllarda düşen petrol fiyatlarından istifade ettiğine ancak petrol ve gaz bağımlısı bir ülke olduğuna atıf yaptı. Bununla birlikte gelişen ülkelerin ekonomik büyümelerini devam ettirebilmeleri için enerji kaynaklarını çeşitlendirme politikası güttüklerini söyledi. İlk olarak yerli enerji kaynaklarına başvuracaklarını söylerken yenilenebilir ve nükleer enerji sektörlerine yatırım yapılacağını dile getirdi. Erdoğan, bu noktada yatırımcıların Türkiye’de yatırım yapmalarına önem verdiklerinin altını çizerken yerli kömürden elektrik üretimini artırdıklarını ve yenilebilir kaynaklardan elektrik üretiminin yüzde 31 artışla Avrupa’yı bile geride bıraktığını söyledi. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Petrol Kongresi’nde Türkiye’nin petrole bağımlılığını azaltmak için alternatif yollar üzerinde çalıştığına dikkat çekmiş oldu.
Enerji Bakanı Berat Albayrak, Türkiye’nin son yıllarda hızla artan enerji ithalatını dizginleyebilmek için Milli Enerji ve Maden Politikası ile yerli kaynakların araştırılmasına yatırım yaptıklarını ifade etti. Bakanın dile getirdiği bilgilere bakılırsa, Türkiye bir yandan iç tüketim için 2023’te bölgesinde en büyük doğalgaz depolama kapasitesine sahip ülke olmaya çalışırken diğer taraftan enerji üreten Doğulu ülkeler ile enerji tüketen Avrupa kıtası arasındaki boru hatlarına ev sahipliği yaparak stratejik konumunu pazarlamaya çalışıyor. Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği barajlar sayesinde hidroelektrik üretiminin artması, rüzgar enerjisine yatırımların artması ve güneş enerjisi için planlar yapması olumlu gelişmelerdir. Ancak kömüre dayalı üretimin artması ithal kömüre giden paranın iç piyasaya katkısı olarak görülse de çevre kirliliği noktasında olumlu bir gelişme değildir. Bununla birlikte her ne kadar yenilenebilir sektöre yatırımı artırması gerekliyse aynı şekilde Akdeniz ve Karadeniz’deki fosil araştırmalarına ilgisiz kalmaması da öneme haizdir.
Antarktika gibi dünyanın terk edilmiş bölgelerinin stratejik değeri yükselirken Türkiye eski ve yeni enerji piyasasında stratejik değerini kaybetmeyecek nadir ülkelerden birisidir. Kutup bölgesinde güneş enerjisine yatırım planlayan ülkeleri takip eden Türkiye geri kalmamak için bu kıtaya ekip göndermiştir. Tahminlere göre yakın gelecekte Antarktika, buraya ilk yerleşen ve tesisatı kuranların olacaktır. Altı ay boyunca aralıksız güneş gören kıtada kurulacak solar tarlalar ve rüzgar sistemleri üzerinde planlar yapılmaktadır.
Günümüzde petrolü sanayideki eşya üretimi dışında yakıt olarak atmosfere salmayı engelleme adına başlatılan Küresel Isınma ve İklim Antlaşmaları esnasında yenilenebilir kaynakların teknolojisi üzerinde büyük yatırımlar yapılmaktadır. Yeni enerji politikalarını belirleyecek olan yenilenebilir enerji teknolojileri, Rusya gibi fosil enerji ticaretinden gelir elde eden ülkeleri yeni tedbirler almaya iterken Çin gibi fosil bağımlılığını azaltmayı hedefleyen ülkeleri sevindirmektedir. Önümüzdeki on yıllarda güneş enerjisine dayalı yeni enerji yatırımlarının hakim olması halinde bazı ülkelerin ve bölgelerin jeo-stratejik değeri yükselecektir. Solar sistemler için ABD, Çin, Hindistan ve Avustralya gibi ülkelerin ileride yer alması beklenirken rüzgar enerjisinden üretim noktasında dünyanın en büyük ve müsait topraklarına sahip olan Rusya gerekli teknolojiye ulaşırsa veya yabancı yatırımlara ev sahipliği yaparsa bu sektörde dünya liderliğini ele geçirme imkanına sahip olacaktır.
Sonuç olarak, Avrupalı ülkeler ve Çin’in yeni enerji politikaları, ABD’nin fosil ve yeşil enerjide aynı anda söz sahibi olma politikası ve Paris İklim Antlaşması’nın hedefleri küresel sermaye akışına yön verebilen dev şirketlerin ortaklığı ve yeni çıkarlarının icabıdır. Bu ortaklığın motivasyonu ve reklamı daha temiz bir çevre ve daha yaşanabilir dünya oluşturma güdüsüdür. İnsanlığa faydalı olduğu sürece yeni enerji politikaları elbette sahiplenilmeli ve bu gelişmenin dışında kalmamaya gayret etmelidir. Türkiye’nin bir yandan milli enerji politikasına yatırım yaparken diğer yandan yenilenebilir enerji üretimi için büyük tesislerin kurulmasını sağlayacak gerekli yabancı yatırımcıların ve teknolojilerin desteğini alması gerçekleşirse, ülkenin orta ve uzun vadede beklenenden daha karlı bir konuma ulaşması sürpriz olmayacaktır.