Tarihçilik, duygudaşlığın veya dindaşlığın sınırlarını aşmak zorundadır!

Salih Özbaran’ın büyük bir emek ve tecrübe ürünü olan eseri: Sınırdaki Osmanlı: Yemen’den Basra’ya okuyucusunu coğrafî bir maceraya çıkarıyor âdeta. Osmanlı İmparatorluğu’nun Bahreyn’den Basra’ya ve Hint Okyanusu’na kadar kurmaya çalıştığı düzeni hem Osmanlı, hem de Portekiz arşiv kaynakları ile birlikte okumanın gerekliliği üzerinde duruyor. Aynı zamanda Osmanlı’nın okyanuslarda tutunma mücadelesini, merkeze uzak eyaletlerde izlediği ekonomik politikaları ve vergilendirme esaslarındaki farklılıkların sebepleri üzerine zihin açıcı tartışmalar yapıyor.

Dört kısımdan oluşan kitabın ilk bölümünde Osmanlı Tarihi çalışmalarındaki sorunlar üzerine eğiliyor yazar. Osmanlı tarihçilerinin sorumlulukları noktasında bir ayna tutuyor vicdanlara. Her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun güney denizlerine doğru yayılması ve Arap toprakları üstündeki egemenlik dönemi hakkında son çeyrek asırda bazı ciddi çalışmalar yapılmışsa da bunlar oldukça sınırlı kaldığını hatırlatıyor. Tarihçilerin Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ndeki malzemeyi bile tam olarak keşfedememiş olduklarını söyleyen Özbaran, bu sebeple araştırmacıların yaklaşım ve tavırlarını da yenileyemedikleri eleştirisini yapıyor. Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyılda güneye doğru yayılma sürecini incelemek isteyen araştırmacıların yalnızca Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde değil aynı zamanda Akdeniz ülkelerinin arşivlerinde, kroniklerinde gezinmek zorunda olduklarının da şiddetle üzerinde duruyor. Madolyonun öteki yüzüne bakarak Akdeniz arşivlerinde çalışmış, Portekiz kaynaklarını kullanmış tarihçilerin de benzer şekilde Osmanlı kaynaklarını ihmal etmiş olduklarını belirterek bu açığın karşılıklı olarak kapatılması gerektiğini ifade ediyor.

Tarihçilik, duygudaşlığın veya dindaşlığın sınırlarını aşmak zorundadır!

Bu cümleyle çok önemli bir konuya  parmak basan Özbaran’a göre tarihimizi daha iyi bilmemiz, milliyetçilikten uzak bir tarih anlayışıyla geçmişe bakabilmemiz sayesinde mümkün olabilir. Neredeyse tüm çalışmalarında tarihçilik üzerine çok kıymetli değerlendirmelerde bulunan Özbaran, aslında bir anlamda tarih felsefesi de yaparak sahaya ilgi duyan araştırmacıların yolunu aydınlatıyor. Osmanlı’nın bakiyesi olarak varlığını devam ettiren bazı ülkeleri örnek göstererek bu ortak tarihin tarafsız olarak araştırılıp değerlendirilmesi gerektiğini, bizzat kendi tecrübe ettiği olayları samimiyetle paylaşarak bir anlamda okur ile dertleşiyor. Osmanlıların 16. yüzyılda güneye yayılma süreçleri ve bu alanda çalışma yapacak araştırmacıların karşılaşabileceği problemleri tartıştıktan sonra kaynaklar bahsini açan Özbaran, araştırmacıların kullanması gereken yerli ve yabancı arşivleri, birincil kaynakları sıralayarak okuyucuya bir yol haritası çıkarıyor. ‘‘Osmanlıları güneye kadar götüren sebepler nelerdi? Yemen, Basra, Lahsa gibi eyaletlerde askerî ve malî yapılanma neden merkezdeki yapılanmadan farklıydı?’’ şeklinde çok önemli sorulara yanıt arıyor.

Son tahlilde her bölümü araştırmacı için ayrı bir zenginlik ihtiva eden eser, özellikle 16. yüzyılda Osmanlı’nın Hint Okyanusu’nda yayılma serüvenini çalışacak araştırmacılar için önemli bir kaynak durumunda. Yazar, Türkiye ve Akdeniz ülkelerinde araştırmacıların kullanabilecekleri arşivler ve bu arşivlerde hangi tasniflerin taranması gerektiğine kadar incelikli ve detaylı bir yol haritası çiziyor araştırmacıya. Tüm bunlar kitabı bir arşiv rehberi olarak yorumlamamızı da sağlıyor.

2004’te yayınlanan eseri hitap ettiği kitleye yeniden hatırlatmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Özbaran’ın yazdıkları üzerinden on yıllar geçmesine rağmen henüz Osmanlı’nın yayılma süreciyle ilgili tatmin edici bir literatür oluştuğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. Osmanlı Devleti’nin fethettiği topraklardaki malî politikaları ve sınır eyaletlerdeki askerî durumu hâlâ araştırmacısını bekleyen bâkir bir alan durumunda. Bu anlamda eserde etraflıca üzerinde durulan sorunlar hâlâ güncelliğini koruyor. Üstelik şuan gerek Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ne ve gerek online arşiv koleksiyonları üzerinden farklı ülkelerin arşivlerine ulaşmak çeyrek yüzyıl öncesindeki imkanlarla kıyaslanamayacak ölçüde zahmetsiz. Dileriz ki alana ilgi duyan araştırmacıların çalışmaları için Salih Özbaran’ın anlattıkları itici bir güç olur.