Lisansüstü eğitime başlayan araştırmacı çoğu zaman şaşkınlık, çoğu kere cehl ve onun verdiği cesaretle derya içre deryayı bilmeden yüzmekle işe başlar. Bu şaşkınlığın en büyük sebebi şüphesiz dört yıllık üniversite lisansının, öğrenciyi yeterince lisansüstü eğitimi için hazırlayamamış olmasıdır. Lisansüstü ders dönemini de önceki yıllardan alışık olduğu şekilde araştırma yapmayıp yalnızca hocayı dinleyerek geçiren öğrenci, eleştirel düşünce ve bilimsel metodolojiye pek bulaşmadan (!) ders dönemini bitirir. Ancak sıra tez konusu ve danışman belirlemeye geldiğinde işler biraz sarpa sarar ve zihinlerde “akademi gerçekten bana göre mi acaba?” sorusu oluşmaya başlar. Örneğin sosyal bilimler lisansüstü programlarındaki öğrencilerin bir kısmı bu soruya uygun bir cevap bulamayarak eğitimlerini tez aşamasına geçmeden sonlandırırken bir kısmı ise akıllarındaki sorulara rağmen danışman belirleyerek tez konusu düşünmeye başlar. Genç araştırmacı, uzunca bir kararsızlık sürecinden sonra birdenbire belki de bir yönlendirme neticesinde: “işte buldum “evreka!” en iyisi biyografi çalışmak, der. Bu sırada dönem arkadaşlarından birileri geniş tarih aralıklarını kapsayan büyücek tez konuları seçmiş olabilir. Henüz belirli arşivlere veya lisansüstü araştırmalara mahsus kütüphanelere yabancı sayabileceğimiz biyograf adayı konusunu hevesle çalışmaya başlar. Hatta çalışmasının ilerleyen safhalarında, arkadaşlarından övgü kabilinden muhtemelen şu cümleyi bile duyar: “Keşke ben de senin gibi biyografi çalışsaydım. En azından başı belli sonu belli…”

Peki, doğum noktası ve ölüm noktası arasında 60 yıllık bir yaşam sürmüş birinin biyografisini yazmaya karar verdik diyelim. Yaşamının başı ve sonunun belli olması biyografi araştırmacısı için çalışmasını ne ölçüde kolaylaştırabilir, daha doğrusu kolaylaştırabilir mi? Bir savaşın başlangıç ve bitiş tarihini de bildiğimizi ve o savaşın tarihini yazdığımızı düşünelim. Biyografi çalışmasının başlangıç ve bitiş noktasının belirginliği ile savaş yazımının başlangıç ve bitiş noktasının belirginliği temelde aynı şeyi mi ifade eder?

Kusursuz Biyografi Yoktur!

Yukarıdaki soruların cevaplarını daha sonraki yazılarımızda arayacağımızı belirterek esas konumuz olan biyografi yazımındaki zorluklara ve biyografi çalışmalarının hata-sevap cetveline gelelim. Tüm lisansüstü tezler gibi biyografi çalışmaları da elbette kusursuz değildir. Ancak biyografi çalışmalarının diğer tüm çalışma alanlarında olduğu gibi kendine özgü özellikleri, hata ve sevapları mevcuttur.

Biyografi yazımının zorluklarından, benim de ilk defa yüksek lisans çalışmam sırasında farkına vardığım sorun, biyografisi yazılan kişi ile aynîleşme meselesidir. Yaşamını kaleme alacağımız kişi bir şaire, bir vezir, bir kadı, bir hekim, bir valide sultan, bir seyyah, bir tacir vb. olabilir. En nihayetinde, belki en mahrem sırlarını öğrendiğiniz bu kişi ile bir de bakmışsınız ki hemhâl, hemdem ve hatta en tehlikelisi hemfikir olup çıkmışsınız. Yıllar evvel İLEM’de katıldığım bir eğitim seminerinde Prof. Dr. Gültekin Yıldız, biyografisini yazacağımız şahsiyeti seçme sebebimizin onunla aramızdaki bir takım benzerliklerden kaynaklanabileceğini söylemişti. İnsan, pek tabi kendisine benzeyenle ünsiyet kurar. Ancak bilinçli bir seçim yaptığınızı düşünürken, böyle bir bilinçaltı bilgi ve hissiyle hareket etmiş olma ihtimali de bulunmaktadır. Bu yüzden belki de aynîleşme tehdidi siz biyografisini yazacağınız kişi üzerine daha okumamış, yazmamış, onun sırlarına ortak olmamışken dahi gerçekleşebilir.

Tez mi Sen mi?

Aynîleşme, elbette tarih yazımındaki nesnelliği etkileyebilir ve belki de nesnel tavrı tümüyle ortadan kaldırabilir. Lisansüstü tezi yazarken kaleme aldığımız metne yoğun bir şekilde odaklanırız. Bu yoğun odaklanma sebebiyle yazdığımız her şey gözümüze doğruymuş gibi görünebilir fakat elbette metinde fark edemediğimiz hatalar vardır. Ayrıca çalışma uzun bir zaman dilimine yayıldığı için araştırmacı, tezi bir an evvel teslim edip ondan “kurtulmak” isteyebilir. Bu aceleci tutum sırasında araştırmacı hipotezlerini doğru düzgün tartışmadan tezini teslim edebilir. Peki bu hataları sevaba nasıl dönüştüreceğiz? Tecrübeme göre öncelikle tezimizi bitirme konusunda acele etmemeli, yazdığımız metinle aramıza bir mesafe koyarak işe başlamalıyız. Yazdıklarımızı bir süre sonra çevremizdekilere okuyarak onların yorumunu almak, ayrıca ürettiğimiz metni bir de sesli okumak veya bir başkasına okutup dinlemek metinle aramızdaki bağı koparabilecek bir takım yöntemlerdendir. Bir başkası nazarıyla kendi yazdıklarımıza bakarak hata ve tezatlarımızı bulabilir ve nerelerde ele aldığımız kişi gibi düşünmeye başladığımızı tespit edebiliriz.

Cetvelin hata kısmına yazmaya devam edersek, hem biyografların hem de oto/biyografik bir anlatı okuyan okuyucunun çoğu zaman farkında olmayarak düştüğü bir yanlış vardır. Elimizde A ve B noktaları olduğunu varsayalım. A, yaşamın başı B ise yaşamın sonunu temsil etsin. Bu iki nokta arasındaki ömür çizgisinde süregelen ve olup biten her şey birbiri ardınca sakince yaşanıyormuş gibi yanlış bir intibaa kapılırız çoğu zaman.

 

                                                                                    İnsan mıyım mahluk muyum ot muyum,

Ekilir biçilir bir nebat mıyım,

Yoksa görünüşte bir sıfat mıyım,

Hiçbir türlü bulamadım ben beni. (Âşık Veysel)

 

“Hiçbir türlü bulamadım ben beni” diyen Âşık Veysel’in yaşam hikâyesini, iki nokta arasında başı sonu belli bir hikâye şeklinde nasıl anlatabiliriz? İnsan olmanın mânâsını bilemeden insanı nasıl tahkiye edebiliriz? Dünyanın en mesut insanıymışçasına uyandığımız bir sabahın akşamında kendimizi dünyanın en bedbaht insanı gibi hissedebiliriz. Yaşam; sevinç ve kederlerin, müjde ve kara haberlerin, tahammül ve seferin birlikteliğinden ibaret değil midir? Dolayısıyla niyetimiz insanı anlamak ve yazmaksa; yaşamın düz zeminde bir akarsu misali hep aynı debide, aynı renkte akmayacağını unutmamamız gerekir. Biyograf, bir yaşamın tümüne kuş bakışı bakabilse bile, görebildikleri, yaşananların belki çok küçük bir kesitidir.

Biyografisini yazdığımız ismin geride bıraktığı neşriyat ve evrakla kuracağımız ilişkinin mahiyeti de biyografi yazımında bahsettiğimiz hatalardan biridir. Çalışmamızı önemli ölçüde zenginleştirecek ve geliştirecek hatırat, günlük, mektup gibi metinlerde hayatını yazdığımız kişinin bin bir türlü veryansınıyla, gerçeğin çarpık suretleriyle, iç hesaplaşmalarıyla, itham ve hatta iftiralarıyla karşılaşabiliriz. Dolayısıyla tüm bu metinleri dönemin şartları ve kişinin yaşadığı olaylar silsilesi etrafında değerlendirmeli, metnin içindeki doğruluk ve yanlışlık paylarını hesap etmeliyiz. Biyografisini yazdığımız kişinin, örneğin bir hatıratında kullandığı cümleleri, dönemin siyasilerine veya yakınlarına dair ithamlarını, yazara “yakıştıramıyorsak” o halde hâlâ aynîleşme meselesini halledebilmiş değiliz demektir.

Sonuç olarak biyograf, incelediği metinlerdeki çelişkileri çözümler, resmi belgelerdeki insan unsurunu tespit edebilmek için var gücüyle çalışır ve ortaya bir insan öyküsü çıkarır. Çok yüksekte bir yerden yeryüzüne baktığımızda insanların her biri birer nokta gibi görülür. Biyografın yaşam öyküsünü kaleme aldığı insanın noktası ise yazılan metinle birlikte diğerlerinden daha belirgin bir hâle gelir. Yaşamı kaleme alınan kimse artık bu dünyadan göçmüştür, bu nedenle hakkında yazılan metin o küçük nokta için aslında bir şey ifade etmez. Şüphe yoktur ki biyograf; noktalardan birini, eskiye göre daha belirgin kıldığında kendi yaşamını ve hikâyesini de görünür kılar. İnşa edilen her metin, yazarından iz/ler taşır. Biyograflar da yazdıkları metnin satır aralarına kendi hikâyelerini iliştirirler. Çünkü;

 

Büyük bir zevktir,

Geçmişin ruhuna girmek elbette;

Bakmak, bizden önce bilge bir adamın nasıl düşündüğüne. (Goethe-Faust)