Adım Yunus olduğu bû cisim belâsıdır

Adım sorar olursan sultana benem sultan1

Söze Yunus Emre şiiriyle başlamış olsak da Yunus Emre’nin biyografisini okuyabileceğimiz müstakil bir eser ne yazık ki yoktur.2 Peki neden yoktur? Yazımız tam da bununla ilgilidir. Savaş-barış ikilemine sığdırılmış ve kutlu hanedanların hikâyesine sıkıştırılmış tarih ilmi; tarih okuyucuları için daha fazla anlam ifade etmektedir artık. Sanayi devrimi, ardından modern-postmodern eğilim ile birlikte cemiyet yerine güçlenen birey olgusu ve herkesçe malum olan bir dizi XIX-XX. Yüzyıl gelişmesiyle birlikte tarih ilmi de farklı bir çehre kazanmıştır. Böylece siyasi tarih sahasının dışına çıkılarak disiplinlerarası yaklaşımla birlikte sosyal tarih, psikotarih, kültürel tarih çalışmaları hız kazanmıştır.  Bu farklı yaklaşımlar arasında biyografi çalışmaları kendine önemli bir yer edinmiştir. Türkiye’de olduğu kadar dünyada da son yıllarda biyografi çalışmalarına yoğun bir ilgi duyulduğu bilinmektedir. Bu ilginin sonucu olarak özellikle son yirmi yılda Türkiye’de kişi ve aile tarihleri çalışılmaya başlanmışsa da henüz yetkin bir noktada olmadığımız açıktır.

Lisans eğitimine Marmara Üniversitesi’nde başladığımda neredeyse bütün hocalarımızın kendi isminden bile evvel anılan biyografi çalışmaları vardı. Said Paşa Zekeriya Kurşun’un, Hüsrev Paşa Yüksel Çelik’in, Şakir Paşa Ali Karaca’nın, Sadullah Paşa, Refia Sultan, Yusuf İzzettin Efendi Ali Akyıldız’ın adeta mütemmim cüzi idi desek abartı olmaz. İsmi geçen hocalarımız başta olmak üzere daha birçok saygıdeğer hocamızın tesiriyle biyografi sahasının çekim alanına girmiş olduk. Lisans ve ardından yüksek lisans eğitimi bana ve benim gibi biyografi çalışmış pek çok araştırmacıya insan merkezli tarih bakış açısını yeni bir ufuk olarak kazandırdı.

Osmanlı Paşası Olmak Yahut Bir Belâya Müptela Olmak

“Her kademe gibi paşalık rütbesi de net belirlenmiş bir kıdeme,

hele hele belirli bir liyakat mertebesine bütünüyle bağlı değildir.

Devletin patrimonyalist yönetimi diye tanımlanan bir çerçevede,

grubu tertipleyen alışverişler, çatışmalar ve paylaşımlar dinamiğinin sonucudur.”3

Yüzyıllar evvel yaşamış bir paşanın, bir “insanın” hikâyesini yazmak için arşive girdiğim andan itibaren resmi evrakın bana bu hikâyeye dair neler söyleyip neler söyleyemeyeceğini kavramaya başlamıştım. Ancak bu kavrayış benim tahminimden çok daha uzun bir zamana yayıldı zira arşiv belgesi ile bir “hayat” yazmanın ne derece mümkün olduğunu o sıralar bilmiyordum. Tezimi tamamlayabilmek endişesiyle kıvranırken yaşamını kaleme almaya çalıştığım Abdüllatif Subhi Paşa’nın da paşa olmaktan evvel, en evvel sadece bir insan olduğunu ve -tıpkı benim gibi- binlerce endişe ile kuşatıldığını idrak ettim. Böylece dimağımda meşhur şair Sâdi’nin Yek katre hûn est ve hezar endişe ile Niyazi Misrî’nin Kaygıların hasıyım ad oldu insan bana vecizeleri terennüm ederek çalışmalarımda bana yoldaş oldu.

Söz gelimi bir Osmanlı paşasının fotoğrafına veya tasvirine baktığımızda omzunda apoletleri, derin ve mağrur bakışları, güçlü kuvvetli duruşu ile gözümüzün önünde çoğu zaman bir insandan daha fazlası belirir. Oysa göründüklerinin veya bizim görüp algıladıklarımızın aksine içinde büyük korkular besleyen, evlatlarını veya aile efradını zamansız kaybeden, ağır hastalıklar geçiren yahut kavuşamadığı maşuğunun hasretiyle cefa çeken nice paşalar vardır. Lakin bizim zihnimizde yer etmiş “paşa” imgesiyle ters düşen örneklerdir bunlar. Sözü bağlamından uzaklaştırmadan “Paşa” başlığını neden açtığımı açıklamaya çalışacağım. Herkesçe malum olduğu üzere tarihte görünür olmanın ancak iktidarda görünür olmakla mümkün olduğu su götürmez bir gerçektir. Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu’nda hanedanlık mensubu kadınları4 saymazsak yönetim ve iktidarda söz sahibi olanlar erkeklerdir. Dolayısıyla görünürlük konusunda daha avantajlı olan ve biyografisi yazılabilen Osmanlıların önemli kısmı paşa rütbesine sahip kimselerdir. Hemen belirtmeliyim ki elbette biyografik eserlerde yalnızca paşalar ele alınmamıştır. Taşköprizâde Ahmed Efendi’nin eş-Şekāiku’n-Nu`mâniyye’si, Âlî Mustafa Efendi’nin Menâkıb-ı Hünerverân’ı, Sehi Bey’in Heşt Bihişt’i, Osmanzâde Tâib’in Hadîkatü’l-mülûk ve Hadîkatü’l-vüzerâ’sı, Müstakimzâde Süleyman Sadeddin’in Devhatü’l-meşâyıh’ı hazırlanmış ilk biyografik eserlerdendir. Daha yakın döneme ait biyografik kaynaklar arasında ise Sicill-i Osmani, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, Evkaf-ı Hümayun Nezâreti’nin Tarihçe-i Teşkilatı ve Nüzzarın Terâcim-i Ahvâli, Osmanlı Müellifleri, İstanbul Şehreminleri, Mülkiyeliler Tarihi zikredilebilir. Adı geçen tüm bu eserlerde ele alınan kimseler “paşa”5 rütbesine haiz olmasa bile iktidar ehlinin veya iktidarla bir şekilde ilişki kurmuş kesimlerin biyografileridir.

***

Son yıllarda biyografi çalışmalarına verilen değerin arttığından bahsetmiştik. Nitekim Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV) 2010 yılında bir biyografi atölyesi düzenlemiş ve ardından Otur Baştan Yaz Beni: Oto/Biyografiye Taze Bakışlar isimli bir sempozyum hazırlamıştır. Daha sonra sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır. Otur Baştan Yaz Beni ismiyle yayımlanan eserin editörü biyografi ve bürokrasi alanındaki çalışmalarıyla bilinen Abdülhamit Kırmızı’dır. Yine Kırmızı’nın da aralarında bulunduğu bir ekip 2013 tarihinde bir TÜBİTAK projesi yürütmüşlerdir. Bu proje Osmanlı bürokrasisindeki gayrimüslimlere dair prosopografik bir araştırmadır.

Kadın; feminizmin ortaya çıkışı ve gelişimi ile birlikte toplumun ve tarihin aynasında görünür olmaya başlamış bu suretle kadın biyografileri de araştırmacıların çalışma alanlarına dahil olmuştur. Toplumun farklı kesimlerinden kadınların müstakil veya çoklu hayat hikayelerini yazma noktasında yaşanan sıkıntılara dair Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (KEKBMV)’nın çalışmaları ayrıca zikredilmelidir. Örneğin 2014 yılında Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü ile Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (KEKBMV) tarafından “Kadın Hayatlarını Yazmak: Oto/Biyografi, Yaşam Anlatıları, Mitler ve Tarih Yazımı” başlıklı uluslararası bir sempozyum düzenlenmiştir. Bunlara ek olarak Türkiye akademisinde toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalarının kurumsallaşması yolunda çeşitli üniversiteler güzel adımlar atmaktadırlar. Bünyesinde toplum ve kadın araştırmaları merkezi bulunan eğitim kurumlar arasında İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi zikredilebilir.

Biyografi çalışmalarına başka bir katkı ise 2021’de tamamlanması beklenen “Geç Osmanlı Döneminden Günümüze Türkçe Çeviride Biyografi” başlıklı projedir. Proje ile Tanzimat’tan günümüze kadar Türkçeye kazandırılan ve Türkçe yazılmış biyografilerin bibliyografyası oluşturularak elde edilen çıktıların dijital bir veri tabanı üzerinden araştırmacıların kullanımına sunulması hedeflenmektedir.6

Alana yapılan yakın tarihli bir diğer katkı ise geçtiğimiz Mart ayında İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin “Osmanlı Literatüründe Ben Anlatıları” ismiyle düzenlediği çalıştaydır. Bilindiği üzere Osmanlı toplumundaki insanların günlük veya hatırat kaleme alma alışkanlıklarının olmaması yahut düşük okuryazarlık oranı gibi sebepler biyografi yazarının işini zorlaştıran unsurlardandır. Ancak bu olumsuzluklara rağmen bahsi geçen çalıştayda araştırmacılar, Tanzimat öncesi Osmanlı toplumundaki çeşitli meslek gruplarına mensup insanların geride bıraktıkları metinler üzerinden bir anlatı sunmuşlardır.7

Burada sadece birkaçını verebildiğimiz çalışmalara sahada heyecan yaratacak nice müstakil-çoklu biyografi araştırmaları, sempozyum, çalıştay ve proje eklenmesi beklenmektedir.

Neler Yapılmalı?

Biyografi çalışmalarının problemli yönlerinden bahsettiğimiz gibi çözüm yollarını da dile getirmemiz zaruridir. Biyografi araştırmaları; aile arşivleri, yerel-yabancı arşivler, süreli yayınlar, hatıratlar ve diğer kaynaklar aracılığıyla incelikle işlenerek hazırlanmaktadır. Aile arşivleri konusu bilhassa önemlidir ancak çeşitli sebeplerden ötürü Osmanlı’da şahıs ve aile arşivleri oluşmamıştır. Bununla birlikte istisnaî durumdaki şahıs ve aile arşivlerinin birer kopyasının Osmanlı arşivlerine kazandırılması elzemdir. Şüphesiz geride yazılı bir eser bırakmış kimselerin hayat hikâyesini yazmak araştırmacılar için doyumsuz bir lezzettir. Bir de ardında iki satır bırakmadan göçmüş nice paşalar, sultanlar, geçmiş zaman insanları vardır. İşte araştırmacı, ardında bir anlamda sadaka-i câriye bırakmayanların tarihini yazmak için de her daim heveskârdır. Günümüz müverrihlerinin bir damla su bile olsa bulmak ümidiyle iğneyle kuyu kazarak elde ettikleri bilgiyi tarihin ve geleceğin istifadesine sunacaklarına şekk ve şüphe yoktur. Ancak tarihçilerin özveriyle hazırladıkları yüksek lisans tezleri literatüre hiç girmemiş gibi muamele görmekte ve literatürdeki mevcut bilgiler yenisi ile güncellenmemektedir. Sözgelimi, tezinde bir paşanın doğum tarihi konusundaki karışıklığı veya tarihsel bir takım ihtilafları çözen araştırmacının çalışması ulusal tez veri tabanında bulunduğu halde yapılan yeni çalışmalarda bahsi geçen tezdeki güncel veriler yerine literatürdeki eski ve yanlış bilgiler kullanılmaya devam edilmektedir. Dolayısıyla yapılan yeni çalışmaları görmezden gelmek bir “yanlışlar döngüsüne” sebep olmaktadır.

Bilindiği üzere sicil defterleri biyografi çalışmalarının vazgeçilmez kaynaklarından biridir. Ne var ki bu kaynaklara erişilebilirlik noktasında sıkıntılar yaşanmaktadır. Örneğin Ankara’da bulunan Emekli Sandığı Arşivi, bünyesinde barındırdığı sicil defterleri açısından büyük öneme sahip olsa da sicillerin bir çevrimiçi kataloğu bulunmamaktadır. Dileğimiz münferit bir veri tabanı veya Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri sistemi üzerinden Emekli Sandığı Arşivi sicillerine ve benzer kaynaklara kolayca erişebilmektir.

Süreli yayınlar da biyografi çalışmaları için mühim bir yere sahiptir. Süreli yayınların önemli bir bölümüne Beyazıt Devlet Kütüphanesi Hakkı Tarık Us Koleksiyonu, Atatürk Kitaplığı, IRCICA gibi kurumlardan ulaşılabilmektedir. Bununla birlikte süreli yayınlar hakkında yapılacak katalog çalışmalarına olan ihtiyaç devam etmektedir.

Tarihçilerin en kıymetli kaynaklarından bir diğeri de mezar taşlarıdır. Öyle ki devlet erkânı hakkındaki en öz bilgiler bu taşlar üzerinde kazılıdır. Bu sebeple tarihî açıdan kıymetli olan  mezar taşlarını koruyup yaşatma konusunda daha büyük sorumluluklar almalıyız. Her ne kadar son yıllarda bazı hazirelerin kataloglama işlemi yapılmışsa da bahsi geçen diğer konularda olduğu gibi bu mevzuda da şuur kazanarak daha çok emek harcamak ve çalışmalar yaparak daha fazla yol kat etmek gerekmektedir.

Pek tabi ki biyografi çalışmaları alanında dile getirdiğimiz sorunlar ve çözüm yolları buz dağının su üstünde kalan kısmı kadardır. Ülkemizde biyografi ve otobiyografi çalışmalarına hasredilmiş bölüm dersleri, kurumlar veya araştırma merkezleri oluşturulmamıştır. Dolayısıyla biyografi çalışmaları şahısların kendi çabaları kapsamında kalmakta ve kurumsallaşamamaktadır. Kurumsallaşamayan bilginin geleceğe aktarılması ise mümkün olmadığı için buz dağının su altında kalan kısmı tarihçiler için sır olarak kalmaya mahkumdur.

Günümüz insanları, yeni basın üzerinden yaşam öykülerini gönüllü olarak yazmakta ve geleceğe bir iz bırakmak adına her an hayatlarını biraz daha deşifre etmektedirler. Peki bugünün biyograflarını ilgilendiren problemler (etik tartışmaları yahut alanın yukarıda saydığımız çıkmazları) geleceğin biyograflarına ne ifade edecek? Dünya yapay zeka konusundaki geleceği inşa ederken Türk akademisi; dijital tarihçilik, deneysel tarihçilik gibi -daha ülkemizde adı sanı pek duyulmayan- alanlarda ilerleme kaydedebilecek mi? Soru ve sorunları çoğaltmak mümkün ancak ömür kısa. İnsanı anlamak zorken insanı yazmak nasıl kolay olsun? Yunus sözü ile başladık yine Yunus sözü ile bitirelim o halde:

Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi

Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi