Arap Baharı süreci sonrasında Ortadoğu ve Akdeniz’deki bazı ülkelerin fiilen parçalanması, Avrupa’da İngiltere’nin BREXIT ile AB’den ayrılma yoluna girmesi, Çin’in Belt & Road Initiative projesi ile Modern İpek Yolu’nu geliştirerek küresel piyasalarda nüfuzunu arttırma hamlesi, ABD’nin “First America” sloganıyla muhafazakar bir ekonomik modeli sahaya sürmesi ve son günlerde Rusya ile Batılı ülkeler arsında artan diplomatik gerginlik gibi gelişmeler, 21. yüzyılın ilk çeyreği dolmadan küresel arenada yaşanan iktisadi ve siyasi ihtilaflar, rekabet ve hesaplaşmaların sonucu olarak cereyan etmektedirler. Ancak böyle bir zamanda The African Continental Free Trade Area (AfCFTA) projesinin sahaya sürülmesiyle küresel piyasaların tersine Afrika’da farklı bir rüzgarın esmeye başlaması dikkat çekicidir. AfCFTA ile Afrika ülkeleri arasında serbest piyasa – gümrük birliği inşa edecek ortaklık, şimdilik kıtadaki ülkelerin ekseriyeti tarafından kabul görüp imzalanmış olsa da Nijerya ve Güney Afrika gibi Afrika’nın önde gelen ekonomileri tarafından henüz kabul görmüş değildir. Küresel ekonomide savunmacı piyasalara doğru yelken açılırken Afrika’da liberalliğe adım atılmasını nasıl okumalıyız? Bu proje, hangi gelişmelerin sonucudur ve kıta ülkelerinin geleceğini nasıl etkileyebilir?
Ortak Pazarın Fırsatları
Ocak ayında Afrika Birliği (AU) tarafından düzenlenen bir zirvede Afrika ülkeleri arasında insan, mal ve sermaye hareketliliğini engelleyen bariyerlerin kaldırılması için kararlar alınmıştı. Bu zirve aynı zamanda Afrika Ortak Havayolu Taşımacılığı (SAATM) için başlangıç olmuştu. Böylece SAATM Antlaşması ile 23 Afrika ülkesinin nakliyat sektöründe ve havacılık işlerinde ortak kurallara tabi olarak hareket etmesi kabul edilmiş oldu.
Afrika Birliği’nin geçtiğimiz ay düzenlediği bir diğer zirvede ise son dönemde alınan kararların ortak pazar antlaşmasıyla sonuca bağlanması noktasında büyük bir adım atıldı. Ruanda’nın başkenti Kigali’de elli ülke temsil edildi ve burada bir araya gelen devlet başkanları, Afrika ülkeleri arasında ticareti ve piyasa hareketliliğini teşvik edecek olan ortak pazar projesini kabul ettiklerini açıklayarak AfCFTA Antlaşması’nı imzaladılar. Ancak kıtanın iki büyük ekonomisi olarak zikredilen Nijerya ve Güney Afrika antlaşmayı imzalamadı.
Güney Afrika’dan yapılan açıklamalar olumlu olsa da Nijerya’dan yapılan açıklamalar muhalif cephe gibi görüldü. Nijerya Devlet Başkanı M. Buhari, ülkesinin yerel üreticileri ve girişimcilerinin önünü kapatacak olan herhangi bir antlaşmayı kabul edemeyeceklerini açıkladı. Ancak buna rağmen her iki ülkenin de AfCFTA’ya iştirak etmek üzere hazırlık yaptıkları sır değildir.
Mevcut tabloda, AfCFTA’ya imza atan ülkeler içinde Mısır ile Kenya’nın konumu dikkat çekmektedir. Mısır’ın Ortadoğulu ve Batılı şirketler ile işbirliği içinde olması bu ülkeyi Afrika’ya açılan büyük bir kapı haline getirecektir. Yeni keşfedilen petrol kaynakları ve Doğu Afrika haritasındaki stratejik konumuyla yabancı sermaye desteği alması halinde Kenya’nın da ortak pazarda büyük avantajlar yakalayacağı bellidir. Nijerya ise kıtanın en kalabalık nüfusuna ve en büyük maden gelirlerine sahip olduğundan diğer ülkelerin ihracat hedefine dönüşüp iç piyasasını ithalata boğmaktan çekinmektedir. Zira ortak pazarlarda rekabetin şiddetli olmasıyla daha fazla üretenlerin daha çok tüketen ekonomiler üzerinde yayıldıkları bilinmektedir.
AfCFTA, Afrika’nın Yeniden Paylaşılması Mıdır?
Çin’in Afrika politikası ve Batılıların Afrika’yı yeniden paylaşma hedefleri, bununla birlikte Afrika’dan ve diğer kıtalardan çok fazla aktörün bu kıtanın geleceğinde yer almak istemesi nihayetinde bir takım yeni projelerin doğmasına yol açacaktı. Afrika’da rekabet eden ülkeler arasında bu kıtanın geleceğini paylaşırken yeni bir Berlin Antlaşması’nın gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacaktı. Nitekim 1885’te Afrika’yı sömürürken aralarında çatışmamak için imzaladıkları Berlin Antlaşması ile bu kıtada yayılma hukukunu tayin eden Avrupalı ülkeler, Soğuk Savaş sona erdikten sonra bu kıtada her geçen gün daha fazla ağırlığını hissettiren Çin ve gelişmekte olan ülkeler karşısında yeni adımlar atmak mecburiyetindeydiler.
Afrika’da altın, petrol ve uranyum gibi değerli madenlere sahip Anglophone ülkeler, merkezi Londra’da bulunan küresel şirketlerden bağımsız değillerdir. Bu ülkelerde seçimlerle de olsa iktidar değişirken yeni kurulacak kabinede yer alacak isimlerin belirlenmesine dolaylı yoldan da olsa İngilizler müdahil olmaktadırlar. Benzer ham madde kaynaklarına sahip Francophone Afrika ülkelerinin merkez bankaları ise doğrudan Paris’e bağlıdır. Bu ülkeler, Fransız Merkez Bankası’nın bastığı frankları kullandıkları gibi ekonomik ve siyasi düzenin idamesinde Fransız görüşünden bağımsız değillerdir.
İngiltere ve Fransa, Soğuk Savaş döneminde Afrika’daki sömürgelerini idare etmekte zorlandıklarından ABD’nin sahaya girmesini önleyememişlerdi. Yeri geldiğinde ABD’nin gücünden istifade ederek (Ortadoğu’da olduğu gibi) Afrika’daki çıkarlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. 1990’lı yıllardan itibaren Çin’in sahaya girmesi nihayetinde günümüzde bu ülkenin Afrika’da dev yatırımları finanse etmeye başlamasına yol açtı. Bu durum her ne kadar İngiltere, Fransa ve ABD’de endişeyle izlense de Afrika’da işsiz insan kitlesinin sürekli artmasına bağlı olarak idari düzenin bozulmaması için kıta ülkelerinde ekonominin raydan çıkmaması adına Çin’in finansal desteği ve artan nüfuzuna sessiz kalma politikası benimsendi. Bunu yaparken Çinli şirketlerin Afrika’daki yatırımlarında Batılı şirketlerle ortak olmaları mecburiyeti getirildi. Bu mecburiyet, 1928’de Ortadoğu’yu paylaşan küresel şirketlerin imzaladığı Red Line Antlaşması gibi ifşa edilmiş açık bir antlaşmanın maddesi değildir, şimdilik spekülatif bir yorumdur. Ancak sahadaki gelişmelere bakıldığında Batı’dan kabul görmeyen bazı Çin yatırımlarının terör örgütleri tarafından hemen hedef alınması tabii olarak bu yoruma yol açmaktadır. Uzun vadede çatışmacı politikalara yol açıp açmayacağı şimdilik tartışmalı olsa da Çin’in Afrika’daki yolculuğu şimdilik Batı ile çatışmamaya gayret etme anlayışıyla ilerlemektedir.
Spekülatif Bir Sonuç
Dolayısıyla para birimleri ve ekonomik düzenleri Avrupa’ya bağımlı Afrika ülkelerinin Batılı başkentlerden bağımsız AfCFTA gibi bir yapıyı kurmaya kendi iradeleriyle niyetlenemeyecekleri ortadadır. Ayrıca üretimin olmadığı bir bölgede serbest ticaret veya ortak pazar ihtiyaç mıdır? O halde Afrika’da gelecek kurmak isteyen küresel yatırımcıların bir kez daha bu kıtada fabrikalar açıp istihdamlar oluşturacakları ve işsiz milyonlarca Afrikalı insanı nispeten ucuz işçi olarak kullanacakları akla gelmektedir. Bunun için de AfCFTA gibi bir projeye ihtiyaç duyulmaktadır. Eskiden Afrika’da üretim yapan ve bugün dünya markası olan şirketler belki de yakın gelecekte tekrar Afrika’ya döneceklerdir. Bu durumda AfCFTA ile esas bu şirketlerin önü açılmış olacaktır. Bu dönemde 1885’teki Berlin Antlaşması gibi bir proje sahaya sürülemeyeceğinden Afrikalıların iradeleriyle birlikte hareket etmek gerekmektedir.
Eğer AfCFTA ile Afrika’da işsizliğin kayda değer bir şekilde azalması ve buna bağlı olarak açlık ve şiddet ortamının peyderpey ortadan kalkması sağlanacaksa elbette Afrikalılar için ortak pazar olumlu bir gelişme olacaktır. Ancak eğer kısa vadede olumlu alametler görülüp orta vadede beklenen kalkınma bu kıtada gelişmezse AfCFTA; Berlin Antlaşması’nın bu kez Avrupalılar değil, Afrikalılar tarafından imzalanmış versiyonu olacaktır. Umarız ilki olur ve uzun bir süredir kolonyalizmin mağduru olarak sömürülen Afrika halkı kapitalizmin mağduru olarak köşeye itilmişlikten kurtulur.