7 Ekim 2023’de Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı ve “Aksa Tufanı” ismini verdiği operasyonun en derin yankısını hisseden ülkelerin başında hiç şüphesiz Lübnan geldi. İsrail’in Gazze’ye attığı bombaların sivil-asker demeden tüm Filistinlileri hedef almasıyla birlikte, Hizbullah’ın ve dolayısıyla Lübnan’ın savaşın yeni aktörleri olup olmayacakları konuşulmaya başlandı. Bu noktada Hizbullah’ın ne zaman karşı atağa geçeceğine, daha da ötesi İsrail’le karşı karşıya gelmek için nasıl bir taktik uygulayacağına dair birbirinden farklı iddialar ortaya atıldı. Savaşın 2. gününden itibaren İsrail-Lübnan sınırında karşılıklı saldırılar zaman zaman şiddetlense de taraflar sınır çatışmaları noktasında tehdit söylemlerini artırmanın dışında kontrollü hareket etmeyi tercih ettiler.
Ancak 13 Ekim’de Reuters’in Lübnanlı kameramanı İsam Abdullah’ın İsrail’in topçu atışıyla ölmesi sonucunda Lübnan’da da savaş çanları çalmaya başladı. Abdullah’ın sınır bölgesi Alma Şaab’daki ölümünün yanı sıra 5 basın mensubunun yaralanması Lübnan topraklarına saldırı olarak kabul edildi. Ancak asıl fırtına Hizbullah askerlerinin peş peşe ölüm haberlerinin verilmesiyle birlikte koptu. Hizbullah’ın hızla asker kaybı yaşaması Lübnan’da savaşa girmenin kaygılarını artırsa da, Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah sessizliğini korumaya devam etti. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın ve İran kaynaklarının İsrail’i tehdit eden söylemlerinin içinde Hizbullah direnişinin de yer alması ancak Gazze’de yanan ateşe rağmen Hizbullah tarafında daha alt perdeden bir strateji uyguluyor olması, farklı ve bir ölçüde eksik tahminlerin de artmasına yol açtı.
Hizbullah’ın Gazze Krizindeki Yeri ve Meşruiyeti
Hizbullah’ın Bint Cübeyl bölgesinden milletvekili olan Hasan Fadlallah, 22 Ekim’de Nasrallah’ın hiçbir beyanatta bulunmamasını “savaşın bir taktiği” olarak yorumladı. Fadlallah verdiği beyanatta Hasan Nasrallah ekrana çıkıp Gazze’de İsrail soykırımına dair bir yorum yaparsa, İsrail’in oklarını direk Lübnan’a çevirebileceği ve savaşın bölgesel olarak genişleyeceği şeklinde sözler sarf etti. Bununla birlikte savaşın başladığı ilk günden itibaren Hizbullah kanadından beklenen aksiyonun henüz gerçekleşmemiş olması Lübnan–İsrail denkleminde yeni hesapların gün yüzüne çıktığını gösteriyor. Bu hesaplar birkaç noktada özetlenebilir:
Öncelikle Hizbullah’ın yalnızca İran destekli askeri bir örgüt olduğu ve meşruiyetini askeri kapasitesi üzerinden sağladığı yönünde var olan izlenimler, Hizbullah’ın Lübnan’daki siyasi varlığını görmezden gelmektedir. 1992 yılından itibaren Lübnan parlamentosunda bir parti olarak Şii nüfusun büyük çoğunluğunu temsil eden Hizbullah, Lübnan’daki asıl meşruiyetini bu siyasi gücü üzerinden sağlamaktadır. Dolayısıyla Şiiler için Hizbullah’ın parlamentodaki temsiliyeti; güneyi kontrol ediyor olması ve İsrail’in karşısında koruyucu bir duvar olarak durduğunu gösteren imajı kadar büyük bir öneme sahiptir. Nitekim Lübnan’daki Şiiler her ne kadar Hizbullah’ın askeri gücüne güvenseler de mevcut savaş ortamında İsrail’in hukuk tanımaz eylemleri Lübnan’da sadece Şiileri değil, tüm mezhep gruplarını kaygılandırmaktadır. Dolayısıyla Hizbullah’ın İsrail karşısında alacağı her yenilginin siyasi meşruiyetini de sarsacak olması, Şiilerin kara savaşının başlamaması ve Hizbullah’ın savaşa dahil olmaması yönündeki temennilerini artırıyor.
Hizbullah’ın siyasi otoritesi göz önünde bulundurulduğunda yakın zamanda yaşadığı depremleri de değerlendirmek, Hizbullah’ın Lübnan denklemindeki konumunu ve savaşa yaklaşımını anlamak açısından önem arz ediyor. 15 Mayıs 2022 genel seçimlerinde Hizbullah parlamentoda her hangi bir koltuk kaybı yaşamasa da müttefikleri Maruni Özgür Yurtseverler Hareketi ve Dürzi Demokrat Partisinin seçimde oy oranlarının düşmesi ve koalisyonun koltuk sayısındaki azalma, Hizbullah’ın da parlamento gücünü etkileyen bir rol oynadı. Bu etkinin en görünen çıktısı ise açıktan destek verdiği cumhurbaşkanı adayı Süleyman Franciye’nin başkanlığı elde etmek için bir ilerleme kaydedememesi şeklinde oldu.
Lübnan’da cumhurbaşkanı seçmek hiçbir zaman kolay olmasa da, mevcut durumda Franciye’nin Lübnan siyasetinde ve Lübnan dışında hala bir popülarite elde edememesi, bunun yerine sürekli farklı adayların gündeme gelmesi Hizbullah için önemli bir siyasi krize dönüştü. Hizbullah’ın Franciye’nin cumhurbaşkanı olamaması durumunda Lübnan’daki mezhepsel dengeleri yeni cumhurbaşkanı üzerinden nasıl kuracağı ve diplomatik çatışmalardan nasıl uzak kalacağı en önemli sorunlardan biridir. Ancak, askeri varlığının siyasi ağırlığıyla paralel olması nedeniyle Hizbullah için yeni cumhurbaşkanının durumu, kendisinin askeri manevra alanını belirleyecek hayati bir konu anlamına da gelmektedir.
Bir diğer nokta ise Hizbullah’ın kuruluşuyla birlikte Lübnan’da var oluşunun arkasındaki saikler. 1982 yılında kurulan Hizbullah’ın, 1985 yılında ilan ettiği “Açık Mektup” Hizbullah’ın hedeflerini ayrıntılarıyla açıklıyor. Hizbullah öncelikle bir kimlik tanımlaması yaparken, Lübnan’ın evladı olduğunu vurguluyor. Diğer taraftan “Afganistan’da, Irak’ta, Filipinler’de ya da herhangi bir başka yerde Müslümanların başına gelen bir şey bütün İslam ümmetinin başına gelmiş demektir. Bu yüzden ayrılmaz bir parçası olduğumuz İslam ümmetinin karşı karşıya olduğu her türlü zorlukla mücadele etmeyi asli bir dini görev kabul ederek veliy-i fakihimiz tarafından tespit edilen siyasal yaklaşımımız ışığında bu yönde sonuna kadar gayret ederiz.” ifadeleriyle İslam dünyasındaki pozisyonunu da belirlemiş oluyor.
Bu noktada “Siyonistler ve onların işbirlikçileri” terimlerini sıkça kullansa da tek hedefinin Filistin’i özgürleştirmek olmadığı anlaşılıyor. Bundan daha da önemlisi Hizbullah Filistin’i İsrail işgalinden kurtarmanın yanında “Lübnan’ı korumak” için var olduğunu, verdiği mesajda net bir şekilde aktmaktadır. Buna göre Hizbullah “Siyonist sürüleri bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sürekli bize saldırmak ve boyun eğdirmeye uğraşmakla meşgul olacaklardır. Bundan dolayı biz de sürekli ve giderek artan bir şekilde onların saldırılarını püskürtmek, dinimizi, varlığımızı ve şerefimizi savunmak için hazırlık içindeyiz.” derken, saldırıdan daha çok Lübnan’ı savunmayı gözeten bir yöntemi benimsemektedir. Yine hatırlanacağı üzere iç savaştan sonra Taif Anlaşması gereği tüm milis gruplarının silahlarını teslim etmesi gerektiğine dair maddeye Hizbullah itiraz etmiş ve örgütün bir milis grubu olmadığını ifade ederek, aksine Lübnan’ı korunması için gereken tüm önlemlerin bir parçası olduğunu iddia etmişti.
Bu aşamada Hizbullah için en kritik hesaplardan biri İsrail’in Gazze’yi karadan işgal etmesi durumunda direk müdahale etmesi karşısında Lübnan’ı ne ölçüde koruyabileceği şeklinde açığa çıkıyor. 2006 savaşını kendi açısından bir zafer olarak nitelese de, Hizbullah’ın verdiği kayıplar ve Lübnan’da bazı bölgelerin aldığı büyük hasar ve hayatını kaybeden çok sayıda sivil, bu zafer söylemine gölge düşürmektedir. Bunun yanı sıra, 2006 savaşı sonrası Şiiler dışında Lübnan’da yer alan diğer mezhep gruplarının Hizbullah’a karşı olan negatif söylemlerinin artması, Gazze savaşı sonrası kaybetme ihtimaline karşı meşruiyetinin bir darbe daha alacağı ihtimalini artırmaktadır. O kadar ki, olası bir yenilgi durumunda Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi yönündeki baskıların artacağı da anlaşılmaktadır.
En iyi senaryoya göre Gazze’de yakın dönemde ateşkes imzalanıp normale dönüş sağlansa dahi, Hizbullah’ın meşruiyetini biraz daha kaybettiği açıktır. Hizbullah, İsrail’in olası bir kara operasyonu öncesi yukarıda geçen tüm hesapları göz önünde bulundurmakta ve yaşadığı tereddütler onun İsrail karşıtı söylemlerinin sorgulanmasını da getirmektedir. Savaşın sonucu ise Hizbullah’ın Lübnan’daki nüfuzunu, bölgesel aktörlerin Hizbullah’a bakışını büyük ölçüde değiştireceğe benziyor.