Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın Batı Afrika turunda ziyaret etmekte olduğu ülkeler Cezayir, Moritanya, Mali ve Senegal’in ortak özelliği eski Fransız sömürgesi olmaları, günümüzde Anglo-Sakson şirketlerle yakın temas halinde bulunmaları ve fosil enerji maddeleri gibi değerli madenlere sahip olmalarıdır. Ancak Afrika kıtasında iş yapmak eskiden beri çeşitli zorlukları aşmayı gerektirmektedir. Batı kolonyalizminin tarihi incelendiğinde görülmektedir ki Avrupalılar Afrika’da iki koldan yayılmışlardır: Din ve sermaye. Dini, misyonerler temsil etmiştir ve bu vazifeyi dini cemaatler fonlamıştır. Sermaye yatırımı yapıp daha çok maddi kazanç elde etme işini ise bankerler ve ticaret odaları desteklemiştir. Ancak Batı’daki sermaye hareketliliğinde mason localarının yükselen nüfuzu elbette Afrika kıtasında iş yapan Avrupalıların temaslarında da rol oynamaya başlamıştı. Frankofon (Francophone) Afrika ülkelerinde daima Paris ile ortak zeminde hareket etmeye meyilli yerli siyasetçilerin ve iş adamlarının varlığını sürdürmesine de gene mason locaları yardımcı olmuştur. Senegal, Batı Afrika’daki Fransız müstemlekeleri içinde dikkat çeken ülkelerden birisi olagelmiştir ve halkının ekseriyeti Müslüman olan bu ülkeye son bir ay içinde biri Fransa’dan diğeri Türkiye’den iki cumhurbaşkanı ziyarette bulunmuştur. Fransız lider Emmanuel Macron ve Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ziyaretleri, bölge ülkelerinde rekabet eden küresel güçler ve Ortadoğulu ülkelerin hamleleriyle birlikte Türkiye’nin Afrika’daki geleceğini birlikte inceleyelim.

Macron ve Rihanna Senegal’de Niçin İstenmedi?

Şubat başlarında Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron ve Afrika asıllı Amerikalı şarkıcı Rihanna birlikte Senegal’de bir toplantıya iştirak ettiler. Bu toplantının dünya basınına yansıyan en dikkat çekici tarafı, katılımcılardan toplanan bağışların 2.3 milyar doları bulmasıydı. Toplanan paranın Afrikalı çocukların eğitimi için kullanılacağı açıklandı. Elbette bu eğitim Fransız misyonuna göre icra edilecekti. Diğer taraftan Macron ve Rihanna’nın Senegal’de aynı karede poz verdiği toplantı, Fransa’ya bağlı Afrikalı mason lobisi için de büyük bir anlam ifade ediyordu. Batılı haber kaynaklarına göre Afrika genelindeki toplamda on bin civarında yerli masonun varlığı, Avrupalı ülkeler ile Afrikalı ülkeler arasındaki siyasi ve ticari işlerde köprü vazifesi görmektedir. Ancak Senegal’deki şaşaalı toplantı gerçekleşmeden önce ülkenin bazı dindar gurupları protesto gösterilerinde bulunarak nümayişlerle tepkilerini göstermişlerdir. Gösteriye destek veren gurupların iddiasına göre masonların düzenlediği bu toplantılar, “insan hakları”, “eğitim” ve “demokratikleşme” gibi başlıkları kullanarak yerli halk arasında dışarıdan dayatılan yeni adetlerle yerel ahlakın çökmesine, değişmesine ve eşcinselliğin hukuki bir hak statüsüne getirilmesine destek vermek gibi Afrikalıların aleyhinde olan her şeyi teşvik etmektedirler.

Afrika’yı “terör”, “açlık” ve “dışa bağımlılık” ile tasvir eden “geri kalmışlık” yaftasına rağmen aslında bu ülkelerdeki tabii kaynak zenginliğinin yerli halkın hayat standartlarını yükseltecek seviyede olduğu bilinmektedir. Sahra altı ülkelerinde son yıllarda keşfedilen zengin yer altı kaynaklarının küresel şirketlerin dikkatini çekmesi de bu kıtayı bir kez daha global aktörlerin hedefi haline getirmektedir. Batı Afrika’daki Senegal ve Moritanya’nın petrol ve gaz kaynakları gelecek vaat ettiği için Çinli ve Batılı enerji şirketleri bu bölgede bazı alanlarda işbirliği ve bazı alanlarda rekabet içindedirler. Senegal misalinde olduğu gibi çoğu Afrika ülkesinde yerli halkın bir kısmının eski sömürgeci olması hasebiyle Fransa’ya menfi baktığı bilinmektedir. Macron’un ziyaretinde bu gerçek ile birlikte Fransa’nın rakibi olan bazı diğer şirketlerin de kamu diplomasisi yaptığı gerçeği birleşince Fransız lidere karşı sokaklarda tepkiler gösterilmiştir.

Senegal’de Rekabet: Batılı Şirketler ve Körfez Sermayesi

Tarihte Venedik ve Almanya’da günümüzde ise ABD merkezli faaliyetleriyle güç kazanıp küresel bankerliğin meşhur guruplarından olan Warburg Ailesi’nin desteklediği Kosmos Energy Şirketi, Batı Afrika ülkelerinin topraklarında ve kıyı açıklarında gaz ve petrol aramaktadır. Son yıllarda İngiliz BP, Kosmos Energy ile Moritanya ve Senegal’deki enerji işlerinde ortaklık yapmaktadırlar. Kosmos’un 2015’te her iki ülkede yaptığı aramalarda zengin tabii gaz kaynaklarının tespit edilmesi akabinde BP projeye ortak oldu. Bölgedeki fosil kaynakların keşfi, toplamda 20 milyon civarı nüfusa sahip Moritanya ve Senegal’in geleceği için umut verici olması gerekirken belirsizlik arttı. Bununla birlikte iki Anglo-Sakson şirketin, iki eski Fransız kolonisinin yer altı kaynaklarını dünya piyasasına arz etme işini üstlenmeleri pek de kolay olmadı.

Senegal’deki projelerde Kosmos’a İngiliz Cairn Energy de iştirak etti. Ancak Fransızların payını temsil eden Total’in Senegal’de İngiltere merkezli çalışan African Petroleum ile anlaşmazlık yaşaması ve African Petroleum’un Kosmos’a bölgedeki payından bir kısmını satma politikası, Total ile ihtilaf yaşanmasına yol açtı ve Senegal Hükümeti üzerindeki baskılar arttı. Doğu Afrika’daki yeni enerji kaynaklarında İngiliz ve Fransız şirketler arasındaki ortaklığın Batı Afrika’da tam olarak gerçekleşmesi yolunda pürüzler yaşanmış olması Afrika piyasasının iki eski büyük kolonyal gücü arasındaki rekabetin göstergesidir. Macron’a bölge ziyaretinde gösterilen tepkilerin İngiliz medyasında memnuniyetle işlenmesi de bunu göstermektedir. Ayrıca Batı Afrika’nın zengin fosil kaynaklarının bölge ülkeleri üzerinden transit bir boru hattı ile Akdeniz’e ve buradan Avrupa pazarına bağlanması da masada yer aldığı için sadece enerji kaynağına sahip ülkeler değil aynı zamanda transit ülkelerin de stratejik değerinin artması, yerel aktör sayısının arttığını göstermektedir. Sahra altında tüm bunlar olurken Basra Körfezi’ndeki kaynak zengini bazı ülkeler de Afrika piyasasını yakından takip etmektedirler. Hatta İran ve Suudi Arabistan arasında Ortadoğu’da yaşanan rekabetin Afrika ayağı da göze çarpmaktadır. Senegal, bu rekabete sahne olan ülkelerden birisi olmuştur.

Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde Afrika açılımı yapmaya çalışan İran, ABD ile ihtilaf yaşarken Fransa ile yakınlaşma ilişkisi içinde olmasından destek alarak Batı Afrika’da Senegal ile karşılıklı bağımlılığa dayalı ilişkiler geliştirme yolunda önemli adımlar atmıştı. Türkiye’nin ‘Türkiye – Afrika İşbirliği Zirvesi’ne evsahipliği yaptığı 2008’de Senegal’de kurulan İranlı otomobil fabrikası burada araba üretmeye başladı. Ancak İsrail ve Suudi Arabistan’ın Afrika’daki İran politikalarını çökertme hamleleri ABD’nin desteğiyle hedefine ulaştı ve 2011’de İran’ın Senegal ile arası bozuldu.

İran, maruz kaldığı tüm ambargolara rağmen yıllar önce bir diğer Batı Afrika ülkesi Gana’da kurduğu üniversite ile sahra altında eğitme yatırım yapmıştır. Rakibi Suudi Arabistan, 1970’li yıllardan beri Afrika genelinde (elindeki petro-dolar gücünü kullanarak) kurduğu STK’lar üzerinden Selefiliği yayarak Afrikalı Müslümanlar üzerinde nüfuz tesis etmektedir. Türkiye ise bazı Afrikalı ülkelerle iyi ilişkilere sahip olmasına rağmen Afrika politikasında (Somali hariç) eğitim ve kalkınmaya gerekli yatırımı tam olarak yapabilmiş değildir. Üstelik buralarda hala FETÖ terör örgütünün kara propagandası ile karşı karşıyadır.

Türkiye’nin Afrika’da Geleceği

Afrika’da işbirliği tesis etmek için sahaya yabancı kalmamak önem arz etmektedir. Bunun için sahada yapılanlara, konuşulanlara ve ortaya çıkan sonuçlara yakın durmak elzemdir. 2000’li yıllarda Türkiye’nin hükümet ve STK’lar aracılığıyla Afrika’ya yatırımları ve alakası sürekli artış göstermiş olması hasebiyle olumlu olsa da istenilen seviyede değildir. İstenilen seviye, eğitim ve kalkınma alanlarına daha düzenli yatırım yapılmasıyla mümkün olacaktır.

Eğitime yatırım yapmak, sadece Afrikalı gençlere verilen burslar ile Türkiye’de eğitilmelerine ve Türkçe öğrenmelerine yardımcı olmakla sınırlı kalmamalıdır. Türk öğrencilerin de Afrika’da saha eğitimi görmeleri, Türkiye’de Afrika dillerinin öğretilmesi ve Afrika asıllı akademisyenlerin Türkiye’de Afrika araştırmaları alanında istihdam edilerek proje geliştirmelerinin önünün açılmasıyla alakalıdır. (ORDAF’ın araştırmacı kadrosunda Kamerunlu bir doktora öğrencisinin yer alması güzel bir emsaldir.) Diğer taraftan artık Türkiye’de hemen her kamu biriminin nerdeyse Afrika ile ilgili, bir niyet ve programı vardır. Bunları koordine edecek yapıların oluşturulması ve Afrika’ya bir kıta olarak bakmayıp her ülke için onlarca uzmanın yetiştirilmesi bir zarurettir.

Kalkınma ise, Somali misalinde olduğu gibi bazı Afrika ülkelerinde Türkiye – Katar işbirliğine benzer çok uluslu ortak projeler üzerinden bu ülkelerin ziraat, eğitim, altyapı alanlarına katkı sağlamayı gerektirmektedir. Ayrıca Ankara’nın devlet-özel sektör iştirakinde iyi bir bütçe oluşturması halinde bazı küresel enerji şirketleriyle sermaye ortaklığı yaparak Afrika’nın enerji piyasasında yer alması hedeflenmelidir. Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore gibi Asya devleri Afrika’ya bu politikalar üzerinden gelmektedirler.

2015’te T.C. Başbakanlığın desteğinde ilk Türk-Afrika Düşünce Kuruluşları Zirvesi’nin ORDAF’ın organizasyonunda İstanbul’da yapılmış olması Afrikalı akademisyen, STK ve düşünce kuruluşu üyeleriyle Türk muhatapları arasında iyi bir başlangıç toplantısı idi. Ancak bu tarz başlangıçlar, devamı gelmezse boşa atılmış nakit ve boşa geçen vakit olmaktadır. Bu toplantının sonuç bildirisi, Türkiye’nin Afrika siyasetine katkı sağlama yolunda önemli noktalar ihtiva etmektedir. Zira Türkiye, Fransa’nın sahip olduğu localar gibi bir sistem üzerinden Senegal’de sahra altı ülkelerinden temsilcileri bir araya getirip bir toplantıda 2 milyar doların üzerinde yardım fonu oluşturamayabilir ancak geçen vakit içinde yaptığı yatırımların sonucunu görürse yoluna devam etmekte kararlılığı artabilir.

Bir ülkede adım atabilmek için sadece o ülkenin mevcut dilini bilmek ve iktidardaki hükümetiyle temas kurmak her zaman yetmemektedir. Özellikle Afrika ülkelerinin yakın tarihini bilmek gereklidir. İngiltere’de SOAS ve Oxford, Fransa’da CESSMA, IMAF ve URMIS, Almanya’da Bayreuth ve CASC, ABD’de Harvard ve UCLA, Çin’de IASZNU, Rusya’da IAS gibi Afrika araştırma merkezleri bu ülkelerin Afrika’yı anlayan uzmanlar yetiştirmesinde büyük rol oynamaktadırlar. Türkiye’de ise Wolof (Senegal’in en kalabalık halkının) dilini öğrenmek için bir dil merkezi bulunmamaktadır.

Son zamanlarda Afrika araştırmalarına teşvik edici burslar veren vakıflar ve araştırma merkezlerinin doğmaya başlaması bu minvalde çok olumlu gelişmelerdir. Ancak Türkiye kendi bünyesinde Afrika uzmanı yetiştirirken aynı zamanda rekabeti artırmak için Afrikalı yerli akademisyenleri ithal edip Türkiye’de yerleştirmelidir. Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’un dikkat çektiği gibi “Türkiye, Afrika’da kurban eti dağıtan ülke olmaktan daha fazlasını yapmalıdır.” Türk Hükümeti, şirketleri ve vakıfların Somali’de yaptıkları bu noktada takdire şayandır. Sudan ile iyi ilişkiler de keza Doğu Afrika’da Türkiye’nin geleceğe dönük ağırlığını artırmaktadır.

Sonuç olarak, Türkiye, Fransa gibi küresel bir güç olmadığı için Afrika siyasetinde büyük bir ticaret veya STK’lar lobisini seferber etme imkânına sahip olamayabilir. Ancak Doğu Afrika’da atılan etkili adımların sahra altındaki diğer bölgelere de uzanması için sabırlı ve sürekli yatırım gerektiren alanlara itina göstermelidir. Batı Afrika’da geleceğin fosil kaynak ihracatçısı olmaya hazırlanan ülkelerin enerji piyasasında küçük de olsa hisse elde etme politikası izleyebilir. Zira ağırlıklı olarak çıkarlarını Avrupa, Akdeniz ve Ortadoğu coğrafya üçgeninde yürüten Türkiye, Afrika’da eğitim ve kalkınma politikalarına ağırlık verdiği kadar yer tutacaktır. Unutulmamalıdır ki, bugün Afrika ile ilişkilerimizde sahip olduğumuz temiz tarih avantajı sürdürülebilir ve daha görünür projelere dönüştürülemez ise zamanla tükenecek ve bir işe yaramayacaktır.