17 Ekim’de Beyrut merkezli başlayan Lübnan protestolarında yüksek sesle dile getirilen taleplerden biri hiç şüphesiz mezhepler üstü siyasi yönetim biçimiydi. “Mezhepçi Devlete Hayır, Sivil Devlete Evet” sloganıyla artık dini ideolojiinin siyasi çıkarlara alet edilmemesini savunan protestocular, yeniden yapılacak seçimlerde sandalyelerinin mezhep esaslı bir dağılıma sahip olmadığı bir parlamento için mücadele edeceklerini ifade ettiler. Ocak 2020’de siyasi geçmişleri çok fazla olmayan uzmanların kurduğu teknokrat hükümetin hem mezhebi çerçevede kalması hem de ülkeyi büyük bir ekonomik krize sürüklemesi toplumun devlet yönetimine olan tepkisini şiddete başvurarak göstermesine sebep oldu. Beyrut limanında 4 Ağustos’ta gerçekleşen büyük patlama ise teknokrat hükümetin bir yılını doldurmadan istifasına yol açarken siyasi ve toplumsal boyutta sivil devlet tartışmalarını da yeniden gündeme getirdi.

Siyasi Kutuplaşmalar Arasında Sivil Devlet Söylemi

Patlamadan sonra ortaya atılan iddialardan doğan boşluk bir yana, oluşan sosyal travmaya devlet yetkililerinin birbiriyle çelişen açıklamaları eklenince, Lübnan siyaseti yeni seçim sistemiyle oluşacak yeni bir devlet modelini konuşmaya başladı. Bu aşamada patlamadan sorumlu olmadıklarını söyleyen Hizbullah’ın kaygısını daha fazla ön plana çıkaran durum patlayıcıların yarattığı tehlikenin politik boyutları oldu. Ekim protestolarından bugüne kadar Cumhurbaşkanı Mişel Avna’ giderek büyüyen tepkinin önüne geçmek isteyen Hasan Nasrallah 14 Ağustos’ta yaptığı konuşmasında, “Avn giderse devlet biter, devlet biterse iç savaş çıkar” sözleriyle açık bir şekilde Avn’ın destekçisi olduklarını vurgularken, konuşmasında sık sık “iç savaş” tan bahsederek de örtülü bir şekilde oluşması muhtemel kaosun sahibi olmayacaklarını belirtti.

Nasrallah’ın konuşmasında öne çıkan başlıklardan biri de yeni kurulacak hükümetin niteliğiydi. Hizbullah lideri sivil devlet önceliğimiz dese de bunun gerçekleşmeyeceğinden emin bir tavırla teknosiyasi hükümetten yanayız diyerek en baştaki çizgisini koruduğunu gösterdi. Hasan Nasrallah’ın 2014 yılında Lübnan’ı İran İslam Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak gördüğüne dair yorumları hatırlandığında Lübnan’da sivil ve laik bir devletin karşısında Hizbullah’ın alacağı konum belirsiz duruyor. Nasrallah’ın Hasan Diyab hükümeti kurulurken tek renkli parlamentonun Lübnan’ı yansıtmayacağına dair görüşlerinden ise teknosiyasi hükümetin alternatifi olan teknokrat hükümeti sivil devlete tercih ettiği anlaşılıyor.

Sivil devlet vurgusu yapan önemli isimlerden biri de Cumhurbaşkanı Mişel Avn’dı. Mişel Süleyman’dan sonra iki yıl cumhurbaşkansız kalan Lübnan’a lider olarak 2016 yılında seçilen Avn, esasen iç savaş boyunca mezhepçiliği besleyen komutanlardan biri olarak zihinlerde yer almaktaydı. Mişel Avn protestolar başladıktan kısa bir süre sonra göreve gelişinin üçüncü yılı münasebtiyle yaptığı konuşmasında ülkeyi mezhepçilikten kurtarmak ve sivil devlet anlayışına kavuşturmak için elinden geleni yapacağını söyleyerek ilk aşama olarak teknokrat hükümete ışık yakmıştı. Lübnan’ın tek kurtuluşu olarak sivil devlet sistemini gördüğünü söyleyen Avn için Hasan Diyab hükümeti bu yolda atılan adımlardan biriydi. Siyasi geçmişi olmayan uzmanlar tarafından idare edilecek bir ülkeye dair yapılan bu yorumlar ise o dönem Lübnanlılar için içi boş sözler olarak tanımlanıyordu.

Mezhepler üstü siyasi sistemi dile getirenlerden Dürzi lider Velid Canbolat’a gelince kendisinin ifadelerinin çok da arkasında duramadığı görülüyor. Buna işaret eden beyanatlarından biri uluslararası bir elin dokunmadığı Lübnan’ın yok olabileceğine dair görüşü. Bu bağlamda Canbolat’ın “bölgesel ve küresel destek olmadan devam edemeyiz” sözü bir anlamda siyasi kutuplaşmanın da önüne geçilemeyeceğini gösteriyor. Hizbullah’ın aksine hükümetin istifasını büyük bir başarı olarak gören Canbolat’a göre seçim sistemi değişmedikçe Lübnan’da değişen hiçbir şey olmayacak. Velid Canbolat’ın Lübnan’da sivil ve laik devlete yönelik girişimleri son gelişmelerle ortaya çıkmış değil. Bununla birlikte Canbolat’ın Saad Hariri olmadan hiçbir hükümette yer alamayacaklarını belirtmesi, Nasrallah’a güvenmediğini her durumda ortaya çıkarması, ayrıca ailenin Dürzi Arslanlarla olan kadim rekabeti birlik konusunda kendi çelişkilerini de ortaya koyuyor. Öte yandan Velid Canbolat’ın geçtiğimiz ay Dürzi dini liderlere yaptığı konuşmasında “milletler çatışırken sen başını koru” ifadelerini kullanması kendi pragmatizminden de taviz vermeyeceğini gösteriyor. Canbolat’ın sivil bir hükümetin kurulması için muhalefetin birleşmesi yönündeki çağrısı ise bu anlamda cevap bulacak gibi görünmüyor.

“Lübnan tarzı” Sivil Devlet

1943 yılında Fransa’dan bağımsızlığını alarak manda yönetiminden çıksa da Lübnan, kurulan mezhebe dayalı yönetim biçimi nedeniyle politik bir istikrara kavuşmuş değil. Her ne kadar uzun tarihi boyunca hiçbir dönemde mezhep birliğine de şahit olunmasa da politik çıkarların yine mezhep zeminine çekildiği görülüyor. Lübnan’da özellikle patlama sonrası konuşulmaya yeniden başlanan sivil devlet söylemleri ise esasen tartışma zeminini yeni oluşturmuş değil. İç savaşın Taif Anlaşmasıyla sona erdiği ülkede 20 yıldan fazladır mezheplerin esas alınmadığı bir parlamenter yönetim fikri hâkim. Bununla birlikte bu zamana kadar herhangi bir somut adım atılamamasındaki nedenleri yalnızca parlamenter sistemde aramak yetersiz sonuçlar verecektir.

Mezhep mensubiyeti yerine Lübnanlılık üst kimliği üzerinden hukuki ve siyasi birliğin sağlanması emelinin öncelikli sahibi Lübnan halkı. Ancak siyaseten aşılması gereken mezhebi kimliğin kültürel boyutları çok daha fazla öneme sahip. Zira dünyada eşi benzeri olmayan bu sisteme karşı çıkan Lübnan halkının, her ne kadar iç savaştan uzak durmaya çalışsa da olası bir çatışmada nasıl tavır alacağı net değil. Zira gerek devlet kurumlarında gerekse özel sektörde yerleşmiş olan mezhepsel kodlar, her grubu yine kendi mahallesinde toplamaya zorluyor. Lübnanlı gençlerin iş başvurularında önce hangi mezheptensin sorusuyla karşılaşmaları bir rahatsızlığı doğursa da söylem ve eylem farklılıkları dini aidiyet söz konusu olunca ortaya çıkıyor. Bu bağlamda Lübnanlı akademisyen Ferid Ataullah, sivil devlet anlayışının Lübnanlıların kalplerinde yer etmesi gerektiğini belirterek, mezhepçiliğin siyasi ve dini veçhesinden önce kültürel yönünün ele alınması gerektiğini söylüyor.

Özetle, Lübnan uzun bir aradan sonra yeniden kendi siyasi kaderini yazmak konusunda bir testle karşı karşıya. Aksi takdirde sedirin ülkesi bütün zorluklarını aşıp sivil devlet yolunda adım atmaya başlasa dahi oluşacak olan yeni sistem nevi şahsına münhasır olmaya, bu durum ise yeni sorunları beraberinde getirmeye aday.