Eylül 2020’de Foreign Policy’de Hizbullah’tan kurtulma ana temasıyla “Bölünme, Lübnan için Tek Çözüm” başlıklı bir analiz yayınlandı. 4 Ağustos Beyrut patlamasından hemen sonra yazılan bu analizin türevleri çeşitli başlıklarla Türkçe ve Arapça sitelerde de yer aldı. Bu tür yayınlar son dönemlerde yankı bulmaya başlasa da Lübnan ve federalizm kavramları ilk defa yan yana gelmiyor. İç savaş boyunca ve Taif Anlaşması sonrasında pek çok kere tartışılan “Lübnan için federal yönetim” meselesi soluk bazı heyecanları gündeme getirdi belki ama son yıllarda çok daha fazla sözünü yükseltmeye başladı. 2015 yılındaki çöp krizinden doğan protestolarda, ülkede 2,5 yıl boyunca cumhurbaşkanı seçilemediğinde ve bu nedenle de 9 yıl parlamento seçimleri yapılamadığında federalizm hep bir alternatif olarak tartışıldı.

Bu noktada federal devlet modeli tartışmalarının yakın tarihteki zeminini de Ekim protestolarının, Ağustos patlamasının, hükümet görüşmelerinin tıkanmasının ve Lübnanlı siyasilerin yarattığı kriz havasının oluşturduğu açık. Bununla birlikte her ne kadar federalizm çeşitli şekilleriyle uygulandığı ülkelerde kendi içinde düzenli bir siyasi sistemi barındırsa da konu Lübnan olunca meselenin karmaşık bir hale dönüştüğü muhakkak. Siyasi dinamiklerin yarattığı mezhep-çıkar temelli hegemonyaların toplum tarafındaki karşılığı bir yana uluslararası arenada ülkenin çatışan güçleri üzerinde yürütülen politikalar, ayrıca güç paylaşımını ön gören federal hükümet modelinin getirilerine dair tahmini kolay olmayan sonuçlar, tartışmaların serinkanlı yapılmasını engelliyor. Bunun yanı sıra zihinleri kurcalayan “Federalizm Lübnan için iyi bir seçenek mi?” sorusunu yalnızca siyasi ve idari açıdan değerlendirip, meseleyi toplumsal ve küresel boyutlarıyla ele almadan cevaplamaya kalkışmak da eksik yorumları beraberinde getiriyor.

Federal Sistem ve Lübnan Siyaseti

Lijphart’ın, “merkezi ve bölgesel yönetimler arasında güvenceli bir iktidar bölüşümü” olarak tanımladığı, 17. yüzyılda Avrupa’da reform odaklı düşünce etrafında ortaya çıkan federalizm, Burgess tarafından kısaca “karşılıklı olarak kabul edilmiş esaslar üzerinde işleyen bir sistem olup sistemi oluşturmak üzere bir araya gelen birimlerin farklılıklarının ortaya çıkan yeni yapı içinde korunması” şeklinde karşılık buluyor. Farklılıkların korunması hususu ise bugün Lübnan’da federalizmin gerekliliğini savunanların en büyük dayanağı olma özelliğini teşkil ediyor. Bununla birlikte mezhep renginin neredeyse tüm tonlarını taşıyan Lübnan’da farklılıklara gösterilen yaklaşımların siyasi boyutları kadar kültürel kodları ve toplumsal etkileri federalizmin Lübnan modelinin çizilmesindeki zorlukları gözler önüne seriyor.

Bugün Lübnan için ön görülen federal yönetim modeline dair ileri sürülen çeşitli görüşler mevcut. Etno- dini çeşitlilik ve demografik açıdan ele alındığında ülke için, iki çeşit federal yönetim sistemi üzerinde tartışmalar yapılıyor. “Coğrafi / yersel federalizm” olarak adlandırılan ilk modele göre Lübnan dini ve coğrafi şartları bağlamında kurgusal sınırlarla çeşitli kantonlara bölünerek, her bir kantona veya federe devlete sınırları dahilinde otonom yönetimler sunuluyor. Bununla birlikte yersel federalizm, esasen her bir kantonda çoğunluğu oluşturacak etnik veya dini gruba daha fazla alan açma özelliğini barındırdığı için sürekliliği tartışılan ve Lübnan için uygulanması çok ön görülmeyen bir sistem olarak düşünülüyor.

1920’deki ilhakından bir yıl sonra Fransa’nın manda yönetimi çerçevesi bağlamında Suriye’de kurduğu idari sistemi andıran bu tarz bir bölünmeyi, esasında 1845-1860 yıllarında Lübnan tecrübe etmişti. 1841 yılında Dürzi ve Maruniler arasında çıkan iç çatışma sonucunda bölge ilk defa ikiye bölünerek güneyde Dürzi, kuzeyde Maruni kaymakamın emrine verilmiş, her iki kaymakam da Sayda valiliğine bağlanmıştı. Ancak bu bölünmüşlük, Lübnan topraklarına huzur getirmek yerine daha büyük bir çatışmayı doğurmuş, tıkanan idari ve siyasi yapı 1860 yılında başlayacak büyük krizin habercisi olmuştu. Lübnan topraklarını uzun yüzyıllar boyunca yöneten Dürziler, güç paylaşımından memnun olmadıkları gibi imtiyazlarından mahrum bırakılmalarından dolayı da mutlu değillerdi. Diğer taraftan Maruni kaymakamı Fransa’dan aldığı destekle Dürzi kaymakamlığı dahilinde yaşayan Marunilerin haklarını korumak adına sıkça müdahalelerde bulunuyordu. Ayrıca her iki mezhep grubunun nüfus olarak hemen hemen eşit olduğu bölgeler vardı ve kaymakamlar bu bölgelerde nüfuz mücadelesine girişmişlerdi. Doğal olarak çok yönlü krizleri barındıran sistem, kısa bir süre sonra ortadan kalkmaya mahkumdu.

Bugünkü Lübnan için konuşulan seçeneklerden biri olan “Coğrafi federalizm” başka konjonktürel problemleri barındırıyor. Örneğin Trablus merkezli kurulacak bir devletin sınırındaki Suriye rejimiyle Trablus’u neredeyse bir üs olarak kullandıkları muhaliflerin arasında sıkışması ama nihayetinde rejimin tahakkümü altına girmesi muhtemel sebeplerden biri. Ayrıca savaştan kaçan binlerce Suriyeli Sünni’yi de barındıran Trablus’un Sünni çoğunluğa sahip olmasından dolayı dini ve kültürel olarak da Suriye’yle iç içe geçmesi söz konusu. Dolayısıyla böylesi bir seçenek Lübnanlılıktan kopuşun da simgesi olmaya aday. Böyle bir sınırlandırma biçimi kuzeyde yaşayan ama coğrafi sınırlardan dolayı Sünni yoğunluklu bir federe devlet içinde yaşayacak olan Hristiyanların da nasıl bir politikayla karşı karşıya kalacaklarına dair flu bir portre çiziyor. Öte yandan Şiilerin daha çok güneyde kurulacak devletle sınırlandırılması da hem tüm ülkede ağırlıkları olduğunu iddia eden Şiiler için kabul edilemez bir gerçek olarak duruyor. Zira her şeyden öte Hizbullah’ı militer ve finansal olarak destekleyen İran’ın böylesi bir bölünme neticesinde küresel krizlerin yanı sıra güneye ulaşması için en az iki federal devletin ve merkezi hükümetin çıkaracağı zorlukları aşması gerekecek. Bu durum ise hem iç hem de dış dinamiklerin siyasi dengesini çoktan yitirmiş olan terazinin tümden ortadan kalkması demek anlamına gelecek.

Lübnan için arzu edilen bir diğer model ise “Mezhebi Federalizm” sistemi. Bu model üzerinde Lübnanlı araştırmacı Iyad Bostani çok detaylı bir harita sunuyor. Haritaya göre kantonlar mezhebi olarak dağılıyor ancak coğrafi bir sınırlama bulunmuyor. Ayrıca köylerin ve kazaların nüfus yoğunluğuna göre dağıldığı bir tablo öne çıkıyor. Nüfus sayımı 1932 yılından beri yapılmadığı için de o günün verileri baz alınıyor, doğal olarak da coğrafi üstünlük Hristiyanlara tanınıyor. Bununla birlikte sınırların genişliği ve darlığının dikkate alınmadığı kantonların homojen bir renk taşımadığı da açık bir şekilde görülüyor. Ön görülen haritanın ortaya koyduğu şekle göre örneğin kurulacak olan Hristiyan devletinin sınırları içinde bulunan “Lessa” bölgesinde Hristiyanlardan daha fazla nüfus yoğunluğuna sahip olan Şiilere kendi içlerinde özerklik tanınıyor. Okul, hastane, banka gibi kurumlarda sağlanacak özerklik sayesinde de hangi kantona bağlı olurlarsa olsunlar mezhebi kimliklerini koruyacakları iddia ediliyor. Aynı durum güneyde Şii yoğunluklu bölgede olup nüfusun çoğunluğunu Hristiyanların oluşturduğu “Barja” bölgesi için de geçerli olacak.

Bostani’nin hazırladığı detaylı anayasa ve egemenlik dağılımının ayrıntıları ise 1861 yılında ilan edilen Cebel-i Lübnan Nizamnamesinden mülhem. Lübnan’ın mevcut siyasal zeminini oluşturan Nizamnamenin şartlarını hazırlayan ortama dair bir zihin yoklaması yapıldığında esasen farklılıklar net bir şekilde anlaşılabilir. 1860 yılında Maruniler arasında başlayan ancak hızlıca diğer mezhep grupları arasında yayılan iç savaş sonucunda yukarıda ifade edilen kaymakamlıklar tekrar birleştirilmiş, bölge mutasarrıflık olarak yarı özerk konuma dönüştürülmüş, İstanbul’dan atanan Maruni olmayan Katolik mutasarrıflar tarafından da Osmanlı Devleti’ne bağlı olarak Birinci Dünya Savaşı’na kadar çatışmasız bir şekilde idare edilmişti.

Cebel-i Lübnan Nizamnamesi’nin Osmanlı son döneminde bölgeye verdiği kısmi özerklik bugün bazı Lübnanlılar tarafından federalizmin bir örneği olarak ifade ediliyor. Bununla birlikte Nizamname esasen nüfus yoğunluğuna göre mezhep temsilcilerinin oluşturduğu Meclis-i İdare ve bağlı olduğu mutasarrıfın mutlak bir şekilde Sultan’a bağlı olduğu bir idari biçimini içermekteydi. Dolayısıyla her ne kadar Avrupa müdahalesi çok sık olsa da özerk Cebel-i Lübnan Osmanlı merkezi yönetiminin dahilinde yer alıyordu. Yine de “1861 anayasası ve İsviçre tecrübesi doğrultusundaki yeni Lübnan” temelli yönetim biçimi Nizamname’ye dönüşün arzulandığı gerçeğini ortaya koyuyor.

Yeni Lübnan için ön görülen modelde federe devletlerin ve bağlı olacakları federal hükümetin anayasal çerçevede sahip olacakları egemenlik sınırlarının belirlenmesi esasen çözümsüzlüklerin başlangıcını oluşturuyor. En büyük tıkanma noktasını ise federal Lübnan’da dış politika ve güvenlik politikalarıyla ilgili konularda karar mekanizmalarının nasıl işleyeceğine dair oluşması muhtemel krizler barındırıyor. Örneğin Lübnan için örnek olarak seçilen İsviçre federal sisteminde ulusal savunma ve dış politika yetkileri federal hükümetin yetkileri dahilinde olup Lübnan için de aynı sistem benimsenmektedir. Bu doğrultuda Lübnan’da Beyrut merkezli dört kantonun temsilcisinin yer almasıyla oluşturulacak federal hükümet, savunma ve dış politika konusunda yasama gücüne sahip olacak. En başta Hizbullah’ın silahsızlandırılması gerekliliğini içeren böyle bir gücün Şiiler tarafından nasıl kabul edileceği ise cevapsız bir soru olarak duruyor. Ayrıca olası bir savaş durumunda konjonktürel olarak kantonların birleşerek nasıl ortak bir karar alacakları da belirsiz. Diğer taraftan hava taşımacılığı, demir yolları, iskele işletmesi, ticari anlaşmalar gibi hususlar da federal hükümetin kontrolü altında olacak. Üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen yaşanan kargaşanın ve politik sırların derinliği nedeniyle 4 Ağustos Beyrut patlamasıyla ilgili somut hiçbir adımın atılmadığı göz önünde bulundurulduğunda da konfesyonel sistemin bugünkü mimarlarının gücün teslimini kabul etmeleri pek mümkün görünmüyor.

Lübnanlılar için Federalizm Umut mu, Kriz mi?

İç savaştan bu zamana kadar en derin ekonomik ve siyasi çözülmesini yaşayan Lübnan’da federalizme olan yaklaşım Lübnanlıların kafasında henüz netlik kazanmamış gibi duruyor ancak önemli bir seçenek olarak görülüyor. Yapılan görüşmelerden elde edilen veriler bağlamında sebepleri farklı olsa da federalizmi benimseyenlerin veya büyük bir arzuyla talep edenlerin daha fazla olduğu bir gerçek. Bu arzunun temelinde ise Lübnan’ın şu an içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kriz yatıyor. Doğal olarak federalizm öncelikle toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı sancılardan kurtulması için bir çözüm olarak görülüyor.

Bu noktada Trablus’ta yaşayan bir Lübnanlı için federalizm “çok zor ama gerekli” olan bir sistem. Federalizme duyduğu ihtiyacın arka planını ise yaşanılan ekonomik zorluklar oluşturuyor. Osmanlı Lübnan’ında Trablus’un eyalet / vilayet olarak merkezi bir konumda olması, ekonomisinin güçlü olması nedeniyle de sosyal refahın olduğu görüşünden yola çıkarak, bağımsızlıkla birlikte Trablus’un tüm kaynaklarının başkent Beyrut’a aktığı ve şehrin erimeye başladığı düşüncesi ön plana çıkıyor. Bu nedenle de Trablus merkezli Sünni bir federe devletin mahrum kalınan tüm kaynakları yeniden elde edebileceği ve hızla kalkınacağı görüşü hakim. Paralel bir düşünceyle bir başka Trabluslu “Federalizm beni özgürleştirecekse ve iç siyasi çekişmeler bitecekse ülke için en iyi çözüm.” sözleriyle bu alternatif modele destek çıkıyor. Bekaa’lı bir Lübnanlı ise federe devlete olan sempatisini “Mevcut devletin bize ne faydası var? Vergi verip karşılığında ne elde ediyoruz?” sorularıyla ortaya koyuyor ve “Federalizm belki bize elektrik de getirir..” diyerek aslında arzu ettiği dönüşümün siyasi veçhesiyle ilgilenmediğini gösteriyor.

Federalizme adalet merkezinden bakan bir Lübnanlı ise mezhepler arası büyük bir güvensizlik olduğunu, kaynakların eşit aktarılmadığını dile getirerek sorunları olacak olsa da mevcut sistemin çöktüğünü ve eşit haklara sahip olacak federe devletlerin halkına adaleti getireceğini vurguluyor. Benzer şekilde kantonlar arası ekonomik eşitlik sağlanırsa ülkede yolsuzluğun da biteceği görüşü ön plana çıkıyor. Adalet konusu tartışılırken vurgulanan “bir başka mezhebin baskısı olmadan yaşayacağız” sözleri ise meselenin mezhepçi boyutunu da açığa çıkarıyor.

Birleşik Arap Emirliklerindeki federal modeli örnek veren bir başka Lübnanlı “mezheplerin kendisini dil, kültür ve inanç açısından daha rahat ifade edebilmesi için federalizm şart” ifadeleriyle dünyada çok fazla örneği olan bu modelin esasen Lübnan’da diğer ülkelerden çok daha fazla işe yarayacağını ifade ediyor. Şu an Lübnan’da hükümet kurulamamasının temel sebeplerinden biri olan bakanlık dağılımındaki krizlere değinen bir Lübnanlı ise “en azından bakanlıklar eşit dağılacak, bu pek çok sorunu çözebilir.” diyerek federalizm talebini dile getiriyor. “Lübnan’da toplumsal kimlik kalmadı, gerçekler ulusal tarih bilincinin çok önüne geçti. Merkezi yönetim ise artık Lübnan için hiçbir fayda sağlamıyor.” sözleri de federalizmin mahiyetinin çok da anlaşılmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor.

Federal yönetime olan talep yalnızca Lübnan’da yaşayanlar için değil, diasporadaki vatandaşlardan da geliyor. Uzun yıllardır ülkelerinden ayrı kalan bazı Lübnanlılar fazla optimist bir tavırla ülkenin mezhepsel olarak bölünmesiyle büyük sorunların çözüleceği inancını taşıyorlar. “Aynı odanın içinde birbirimizle kavga edeceğimize farklı odalarda özgürce yaşayalım” düşüncesine göre, bölünme mezhepler arasındaki çatışmaları sonlandıracak, hatta dış müdahale dahi aşamalı bir şekilde azalacak.

Yeni Lübnan için detaylı çalışmalar yapan ve konunun ayrıntılarını dile getiren Iyad Bostani, “dış politikada nasıl ortak karar alınabilir?” sorusuna çarpıcı bir cevap vererek konuyu en sade biçimde “Ulusal güvenlik söz konusu olduğunda kanton devletlerin temsilcilerinin alacağı tutum kimin dost, kimin düşman olduğunu hızlıca belirleyecektir. Dolayısıyla kendi iç güvenliği haricinde federal hükümete verilecek desteği kimse esirgemeyecektir” sözleriyle özetliyor. Tarihi veriler üzerinden örneklerle giden Bostani, 15. yüzyılda Lübnan emirliği yapan Fahreddin II. Maan’ın Dürzi olmasına rağmen otoritesini Dürzilik çerçevesinde sınırlamadığını, o nedenle de Maruniler için dahi bir kahraman olduğunu ifade ederek, federal hükümetin de ulusal çıkarları ön plana çıkararak mezhepçiliği yok edeceği görüşünü savunuyor.

Her ne kadar federalizm taraftarları fazlaca olsa da Lübnanlılar arasında federalizme şiddetle karşı çıkanlar da mevcut. Öncelikle “halk buna hazır değil” itirazıyla yola çıkanlar, “Taif anlaşmasının uygulanmaması nedeniyle ortaya çıkan kargaşadan siyasileri suçluyor. Üniter devlete karşı çıkanların Taif anlaşmasını öne sürmelerinin ise geçersiz olduğunu ifade edenler, anlaşma uygulansa sorun kalmayacağını düşünüyorlar. Bir diğer itiraz ise Lübnan’daki mevcut toplumsal yaşamdan örnekler verilerek ortaya konuluyor. Buna göre, Lübnan zaten şu anda adı konulmamış kanton devletler tarafından yönetiliyor. Her mezhep kendi bölgesinde kendi kurallarını koymuş durumda. En açık görünümü ise bazı bölgelerde içki içmenin, bazı bölgelerde ise cami inşa etmenin yasak olması. Dolayısıyla yazılı olmayan bu kurallar, toplumu şimdiden rahatsız ediyorsa resmi bir federe devletin varlığı hiçbir çözüm getirmeyecektir diye düşünülüyor.

Federalizmin çıkmazlarını Hizbullah üzerinden okuyan bir Lübnanlı ise “Hizbullah varken hangi dış politikada birleşeceğiz? Yanı başımızda İsrail ve Suriye dururken federalizm neyi çözecek?” sorularıyla dış politikada ortak karar alınamadıkça hiçbir yöntemin bir işe yaramayacağı görüşünü savunuyor. Federalizme karşı olan ama mevcut konfesyonel sistemin de değişmesi gerektiği düşüncesi de aktarılarak, devletlere ayrılmanın Lübnan’ın sonunu getireceği, sorunun ancak seküler bir devlet yapılanmasıyla çözülebileceği ön görülüyor. “Önce mezhepsiz bir devlet gerek, tarafsız olmadığımız müddetçe kalkınamayız” sözleriyle de bu görüş destekleniyor.

Yapılan görüşmelerde federalizme karşı en çarpıcı çıkış ise kimlik tanımı üzerinden geliyor. “Ben neden kendimi bir kimliğe hapsetmek zorundayım? Neden siyasi / mezhebi olarak bir kantonda yaşamak zorundayım? Tek başına Lübnanlılık yetmiyor mu?” sorularıyla aslında ülkedeki kimlik krizine yapılan vurgu, bir başka Lübnanlının “Başka ülkeler etnik ve dilsel olarak ayrılmış olabilir. Ama biz farklı mezheplere ait olsak da yüzyıllardır aynı tarihi ve kültürü paylaşan bir halkız. Lübnan özgürlüğü için binlerce şehit verdi. Vatanseverlik nerede?” sözleriyle endişeler ifade ediliyor.

Federal anayasanın içerdiği maddeler detaylı bir şekilde ele alındığında pek çok yan sorunun daha açığa çıkacağı ortada olmakla birlikte federalizm bugün pek çok Lübnanlı için denenmesi gereken bir alternatif. Bununla birlikte ülke mezhepsel veya coğrafi olarak bölünse de her şeyin tamamen yola gireceği umudu tam yerleşmiş değil. Zira Lübnan yalnızca mezhepsel olarak değil Cebelliler, Beyrutlular, güneyliler gibi bölgesel olarak, zaimler ve kabileler şeklinde sosyal tabakalar halinde de bölünmüş bir tablonun sahibi. Dolayısıyla teorik olarak hazırlanan federal bir hükümetin, anayasal olarak belirlenen çerçevenin ve diğer detayların Lübnan’ın gerçeğini nasıl dizayn edeceği şimdilik belirsizliğini koruyor. Öte yandan Lübnan gibi etno-dini mozaiğe sahip olan ve kültürel çeşitliliği Ortadoğu ülkeleri içinde en fazla olan bir ülkenin üniter yapısını koruması ve aslında bu yapıyı güçlendirmeye çalışması çok daha gerekli. Zira Lübnan bugün içinde bulunduğu çetrefilli durumu yerel güçlerin birbirleri üzerinde kurmaya çalıştıkları tahakküm savaşına borçlu. Federal yönetim ise bu yerli otoritelerin güç oyunundaki rollerini beslemekten başka bir fayda sağlamayacak. Diğer taraftan Lübnan halkının federalizmden beklentilerinin net olmaması ise başka problematik bir mesele olarak duruyor. Lübnan halkı büyük bir boşlukta siyasilerin elinde geleceklerini belirlemeye çalışarak federalizmi mevcut yozlaşmış sistemden kurtulmak için denemek istiyorlar. Ancak sorularına da tam anlamıyla cevap bulabilmiş değiller. O nedenle de kısa vadede gerçekleşmesi mümkün olmayan bu dönüşüm taleplerinin çok daha fazla tartışmayı gerektirdiği ve sonuçlarının incelenmesi gerekiyor. Bu durum ise “Lübnan için federalizm bir kurtuluş mu?” sorusunun daha çok sorulacağına işaret ediyor.