Trablus’un fakir mahallelerinden birinde yaşayan astım hastası beş yaşındaki Sidra’nın şehre gün içinde kısıtlı elektrik verilmesi nedeniyle solunum cihazına bağlanamaması, Beyrut’un Hamra caddesinde motosikletli birinin 17 yaşındaki Muhammed’in cüzdanını çaldıktan birkaç dakika sonra geri dönüp “ben hırsız değilim” deyip özür dileyerek çaldığını geri vermesi ve Hermel’li Ali’nin “ben kafir değilim” sözlerini arkasında bırakarak intihar etmesi… Ardı ardına gelen bu haberler Lübnan’ın ekonomik ve sosyal olarak çöküşünün yalnızca istatistiksel göstergelerle açıklanamayacağının açık örnekleri olarak gün yüzüne çıkmakta. Lübnan neredeyse bir yıldır aktif olarak protestolara şahit olsa da ne politik gündem ne de Lübnanlıların geleceğe bakışı 17 Ekim’deki görünüşten hiçbir esere sahip değil.

İlk Protestolardan Bu Yana Ne Değişti?

Ekim protestoları Lübnan halkının çok organize olmasa da mezhep çizgisinden sıyrılarak aradığı birliği vermiş, hükümet sisteminin değişimi, daha adil bir yönetim ve yolsuzlukların ortaya çıkarılması çağrısı ülkenin hemen tümüne yayılmıştı. Ekim ve Kasım aylarında eğitim ve sağlık hizmetlerinin düzenlenmesi başta olmak üzere iş gücünün artırılmasına yönelik talepler nedeniyle sokağa dökülen halk ilk aşamada daha refah bir yaşama kavuşma arzusunu dile getirmeye başladı. Bir süre sonra eylemlere kimlik ve özgürlük söylemlerini katarak seslerini yükselten ve siyasette olduğu kadar hukukta da birliği savunan protestocuların en önemli isteklerinden biri ise mezhepçilikten uzak bir siyasi yönetim modeli oldu. Bu anlamda barışçıl protestolar siyasi erkin bir an tökezlemesine yol açarken, Başbakan Saad Hariri ay sonunda istifasını sunup yeni hükümette yer almayacağını söyleyerek risk almak istemediğini gösterdi. Ancak bu etki ne Hariri dışındaki yönetici sınıfın üzerinde yeteri kadar etkili oldu, ne de ülkenin siyasi çizgisinde bir değişikliğe yol açtı. Yeni hükümet için yapılan görüşmelerin uzun süre hükümet teknokrat mı yoksa teknosiyasi mi olmalı sorusu üzerine tıkanması bir yana, 8 Mart ve 14 Mart bloklarının çekişmesi yeni başbakanın belirlenmesi sürecini de uzatırken, hükümet kuramama konusunda acı tecrübelere sahip olan Lübnan’ın yeniden uzun süreli hükümetsiz bir çıkmaza gireceğinin sinyallerini verdi. Ocak ayında eski Eğitim Bakanı Hasan Diyab isminde uzlaşılmasıyla 20 kişiden oluşan teknokrat hükümet kuruldu ancak protestolar kış ayları boyunca devam etti. Bunun ilk ve en önemli sebebi ise başbakanın ülkenin ilk defa bir milyar doları aşan dış borcunu ödeyemediğini ilan etmesi oldu.

Her ne kadar başbakanın hükümetin ekonomik reformları hayata geçirmeye başladığını ancak halkın bunu henüz hissedemediğine dair açıklamaları olsa da ülkede Mart ayı itibariyle işsizliğin yüzde kırklara yaklaşması ve başbakanın halkın büyük çoğunluğunun et ürünlerini satın alamadığına dair önceki ifadeleriyle çelişen yorumlar yapması, toplumsal tepki mekanizmasının yeniden harekete geçmesine yol açtı. Dış ticaret açığının 15 milyar doları aşması, ülke ekonomisinin 2019 itibariyle %5’e kadar daralma göstermesi sonucunda gıda fiyatlarının iki bazen de üç katına çıkması, alt ve orta sınıfın yaşam koşullarını kayda değer bir biçimde zorlaştırırken, hükümet tarafında gerçekleşemeyen ekonomik reformların halkta oluşturduğu refleks özgürlük sloganlarının terk edilerek yöntem değiştirilmesini ve şiddete başvurulmasını beraberinde getirdi. Eylemcilerin bankaları yağmalamayıp iş yerlerini ateşe vermeye başlamaları protestolara şiddetin bulaşmasını ve askerle halkın karşı karşıya gelmesine yol açarken, Mart ayı başlarında bazı aktivistlerin asker kurşunuyla ölmesi ve yaralanmaların her geçen gün artmasıyla öfkesini de artırmaya başladı. Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın eylemcileri durdurmak için güvenlik güçlerinin kuvvet kullanmaları yönündeki çağrısı ise ters tepki yaratarak eylemlerin şiddetinin katlanmasına sebep oldu.

15 Mart’ta hükümetin pandemi nedeniyle ülkede sıkı karantina uygulamalarını başlatmasıyla protestolar durdu ancak virüsün yarattığı tehlikenin ekonomiyi daha fazla vurması nedeniyle Nisan sonunda gösteriler yeniden alevlendi. Her ne kadar pandemi iş yerlerinin kapanması nedeniyle birçok iflasın gerçekleşmesine ve asgari şartlarda yaşayanların hayat standartlarının daha da düşmesine büyük oranda etki etse de hükümetin küresel krize karşı alamadığı tedbirler çöküşü hızlandıran daha önemli sebeplerden biriydi. Bu noktada salgın süresince devletin vatandaşlarına mali destek vereceği sözünü vermesi, ancak bu sözün gerçekleşememesiyle protestocular yasağı delerek şehir merkezlerinde toplanmaya başladılar.

Test sayılarındaki yetersizlik nedeniyle virüsün ülkede yarattığı tehlikenin boyutları belirsizliğini korusa da virüsten öte Lübnan’daki ikinci dalga protestolara zemin oluşturan üç temel bulunuyor. İlki Lübnan’ın müzmin problemlerden biri olan elektrik krizinin ülkeyi somut olarak da karanlığa sokmaya başlamış olması. “İç savaşın başlangıcında da ülke böyle karanlıktaydı” diyen Lübnanlılar için kesintiler yalnızca yaşam koşullarını zorlamakla kalmamış, sinir uçları fazlasıyla zayıflayan halkın daha da gerilmesine neden olmuştu.  Elektrik kesintilerinin Haziran başında zirveye ulaşması ve bazı şehirlere günde yalnızca bir iki saat elektrik verilebilmesi, ayrıca enerji bakanı Rimon Gacer’in 48 saat içinde tüm ülkeye yeterli elektriğin sağlanacağına dair verdiği sözü yerine getirememesi halkla yeni hükümet arasındaki kopukluğu açığa çıkarırken, protestocuların “hükümeti reform yapmamakla suçlayan cahiller” olarak nitelenmesi toplumsal infiale ve hükümete karşı olan tepkilerin artmasına neden oldu.  Sorunun bir yüzü elektrik iken Nisan ayında Beyrut başta olmak üzere birçok bölgede 2015 yılındakine benzer çöp yığınlarının görülmeye başlaması da pandemi karşısında yeteri kadar tedbir alamayan hükümetin salgının yayılmasına sebep olduğu düşüncelerini ortaya çıkardı. Atık depolama alanlarının hükümet tarafından durdurulması meselenin siyasi boyutunu ortaya çıkarırken, 2015’te başlayan atık depolama sorununa geçici çözümler bulunması yeni kabinenin de aynı çizgide hareket ederek somut bir sonuca ulaşamamasıyla Beyrut sokakları çöp yığınlarıyla dolmaya başladı. Son olarak dolar karşısında Lübnan lirasının değerini giderek yitirmesi, işçilerin geçim için maaşlarını dolar üzerinden talep etmeleri ancak haklarını alamamaları karşısında büyüyen kinleri Ekim protestolarının barışçıl yüzüne vurulan son darbe oldu.

Peki Suçlu Kim?

Lübnan’da liberal politikaların ekonomik refaha yol açtığı parlak dönemlerinden olan 1950 ve 60’larda dahi gelir ve servet dağılımının arasındaki uçurumun yol açtığı dengesizliğin toplumsal bazdaki karşılığı bir süre sonra bölünmelere siyasi krizlerin ortaya çıkmasına ve nihayetinde de iç savaşa sürükleyen nedenlerden biri olmuştu. 2019 sonu itibariyle ise Lübnan iç savaşın bitiminden sonraki en büyük ekonomik krizinin yanı sıra siyasi kutuplaşmaların derinleşmesine sahne oluyor. Hasan Diyab’ın hükümeti kurduğu şubat ayında geçmiş hükümetlere göre farklı bir ekonomik ıslah yöntemi izleyeceğine dair sözleri ilk etapta ülkede görece bir sakinliği sağladı ancak başbakanın merkez başkanı Riyad Selame ile başlayan çekişmesi başbakanın siyasi erke karşı bir başkaldırı içinde olduğu ve Riyad Selame’nin bu başkaldırının ilk ayağı olduğu görüşlerini ön plana çıkardı. Diyab merkez başkanını Lübnan lirasının dolar karşısında değerini kaybetmesine neden olmakla suçlarken, Selame’nin stratejik açıklar verdiğini ileri sürerek görüşmeyeceğini belirtti. Diyab’ın Selame’ye karşı olan bu gergin tutumunun arkasında ise Hizbullah ve Avn hareketinin olduğu da düşünülüyor. Buna göre 1993 yılından bu yana merkez başkanlığını yürüten Selame’nin Amerika’nın büyük ölçüde desteğini alıyor olması Hizbullah için tehlikeli bir duruş olarak görülüyor. Aynı zamanda Selame’nin Cumhurbaşkanı Mişel Avn’la da iyi geçinen bir isim olmadığı biliniyor. Dolayısıyla da Hasan Diyab’ın Selame’ye olan refleksinin yalnızca ülkenin ekonomik şartlarını barındırmadığı ortaya çıkıyor.

3 Ağustos’ta Dışişleri Bakanı Nasif Hitti’nin istifa etmesi de gündeme bomba gibi düşerken başbakanın yalnızca merkez bankası başkanıyla sorunları olmadığını gün yüzüne çıkardı. Hitti’nin açıklamasına göre, istifanın altında özgür ve bağımsız Lübnan vizyonunun kalmadığına olan inancı yatıyor. Bu bağlamda Hitti’nin istifasının arkasında yatan nedenlerden biri olarak kendisine yapılan bir takım siyasi baskılar olduğu iddia ediliyor. Bunlardan biri ise Hitti’nin Hizbullah’ın İsrail saldırılarına karşı yapacağı eylemlerin Dışişlerinin bir alakası olmadığına dair açıklama yapmasının istenmesi yatıyor. Nasif Hitti ise göreve geldiğinde devlet kararı dışında operasyon düzenlenemeyeceğine dair görüşlerine vurgu yaparak tam tersi bir politik duruş sergiliyordu. Bu durumda da bağımsız hareket edemediğini düşünen Hitti’nin istifasını sunduğu anlaşılıyor. Sünni kanat ise Cibran Basil’in hala bakanlığı kontrol ettiğini ve iplerini elinde tuttuğunu savunarak bir anlamda Hitti’nin kaygılarında haklı olduğunu ifade ederken istifanın meşruiyetine dikkat çekiyor.

Siyasi erkin iç mücadelesinin Lübnan halkına yansıması ise göründüğünden daha farklı. Bir tarafta Başbakan Hasan Diyab’ın yönetimi devraldığı günden bu yana gerek iç politikada gerekse de uluslararası arenada gösterdiği reaksiyonların siyasi tecrübesi olmamasından kaynaklandığını söyleyenler, 12. kez teknokrat modeli deneyen Lübnan’ın yine başaramadığını düşünüyorlar. Bir başka tarafta ise halkın hesap sormaya yönelik olan taleplerinin bastırılması nedeniyle kaosun sürekliliği yönünde eylemler yapıldığı düşünülüyor. Bu düşünceye göre ise halkı iç savaşa sürüklemek yolsuzlukları açığa çıkarmaktan daha karlı gözüküyor.

17 Ekim’den bu zamana kadar Lübnan’a bakıldığında ülkenin iç savaştan sonraki en karanlık dönemine girdiği görülüyor. Teknokrat hükümet modelinin başarısızlığı bir yana küresel salgının ve ekonomik iflasın vurduğu Lübnan geleceğini göremiyor.  Mevcut durumda uluslararası desteğe büyük oranda ihtiyaç duyan Lübnan’ın gereken bütçeyi elde edip ekonomik reformlarını bir an önce hayata geçirmesi gerekli. Bunun için ise öncelikle siyasi kutuplaşmaların önüne geçilmesi büyük önem arz ediyor. Aksi takdirde Velid Canbolat’ın deyimiyle Lübnan’ı çok daha kötü günler kapıda bekliyor.