Cem Emrence, Osmanlı Ortadoğu’sunu Yeniden Düşünmek, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çevirmen: Gül Çağalı Güven, İstanbul 2016, 176 s.

Cem Emrence’nin “Osmanlı Ortadoğu’sunu Yeniden Düşünmek” adlı kitabı, Ortadoğu’yu kıyı ve iç kısımlar ile hudut bölgeleri olarak ve içeriden bir bakışla yeniden düşünmeye davet ediyor. 2012 yılında İngilizce olarak basılan kitap, 2016 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasından Gül Çağalı Güven çevirisiyle yayınlandı. Yazar, kitabındaki bazı kısımları (Mesela 1. Bölüm) daha önce yayınladığı makalelerini yeniden değerlendirerek kaleme almıştır. Kitap esas itibarıyla modernleşme, bürokrasi ve İslam Devleti üzerinden Ortadoğu sınırlarının oluşumuna yoğunlaşmaktadır.

Emrence, beş bölüm halinde hazırladığı kitabında resim ve şekil listesine de yer vermiştir. Kitabın yazılış amacı ilk sayfalarda anlatılarak okuyucu için ön bilgi verilmektedir. Esere bir bütün olarak bakıldığında Ortadoğu’nun Osmanlı geçmişiyle ilgili yeni sorular sorarak, bunlara daha çok literatür üzerinden cevaplar aramaktadır.

Genel olarak kitaba bakılırsa birinci bölümünde, geç dönem Osmanlı tarih yazımının öneminden bahsedilmekte; ikinci bölümünde, geç dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda kıyı hattı tartışılarak, kıyının dünya ekonomisindeki rolü vurgulanmaktadır. Liman kentinde küresel aktörler tarafından şekillendirilen ve yerel yönetimlerin orta sınıf üzerindeki etkisini anlatılmaktadır. Osmanlı kıyısındaki gayrimüslim tüccarlarında merkezi rolü hakkında da bilgi verilmektedir.

Üçüncü bölümde iç kesim hattı ele alınarak 1860’tan sonraki dönemde Osmanlı Devleti’nin iç bölgelerdeki merkezileşme mücadelesi ele alınmaktadır. Buna göre Ortadoğu’nun iç bölgelerinde, Osmanlı Devleti ile uyumlu, öncelikleri olan, değerleriyle bağlantılı yeni bir yönetici sınıfı ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Ayrıca Osmanlı kurumları yerli güçleri ortak çıkarlara sahip kentli bir Müslüman bloğa dönüştürdüğü belirtilmektedir. Bunlar siyasal, ekonomik ve dinsel otoriteyi koruduğunun altı çizilmektedir.

Dördüncü bölümde, Osmanlı hudutlarının zayıf olduğu hakkında bilgi verilmektedir. Emrence’ye göre, yerel liderler bölgeyi hem denetliyor hem de muhafaza ediyordu. Osmanlı’nın ise hudutlarda başarılı olduğunu söylemek zordu. Devletin ulaşmakta zorlandığı bu bölgelerde isyanlar çıktığı zaman ancak dinsel liderlerin müdahale etmesiyle bastırılabilmekteydi.

Son bölüm olan beşinci bölümde ise 1908-1922 yılları arasındaki Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük değişiminden söz edilmektedir. Yine bu yıllarda önceki dönemde oluşan statükolar kısmen ortadan kalkmıştı. Kıyı modeli, milliyetçiler aleyhine değişirken iç kesimde Müslüman blok ve bölgesel pazarlar zayıfladı. Hudutlar ise Osmanlı topraklarından çıktı. Son bölümü yazar, yeni araştırma konularını gündeme getirip bunları değerlendirerek bitirmektedir.

Emrence, bu çalışması için “Osmanlı örneğini karşılaştırmalı tarihsel sosyal bilim ve dünya tarihi tartışmalarına eklemlemeye yönelik bir analitik tarih çalışmasıdır.” ifadelerini kullanmaktadır. Yazar, “Osmanlı Ortadoğu’sundaki” çeşitlenmeyi tarihsel hatlara göre açıklamaya çalışmaktadır. Çizgisel ve devlet-merkezli tarih modellerine karşı çıkarak; kıyı, iç kesim ve hudut bölgeleri şeklinde ayırdığı coğrafyanın, 19.yüzyıl boyunca kendine özgü bir düzeni olduğu sonucuna varmaktadır. Böylece yazarın kendisi, son elli yıldır bu alanda üretilen milliyetçi izahlar, merkezi devlet anlatıları, merkez-çevre modelleri ve yerel tarih araştırmalarından ayrıldığını ifade etmektedir.

Kitap temelde üç tezi öne sürmektedir: Birincisi, kıyıda ekonominin, iç kesimde siyasetin ve hudutlarda kolektif taleplerin, Osmanlı İmparatorluğu’nda bölgesel hatları aşan önemli süreçler olduğudur. İkincisi, siyaset, ekonomi ve kolektif taleplerde uyum olduğu zaman bölgesel çizgiler pekişmiş ve kurumsallaşmasıdır. Sonuncusu ise bölgesel hatların küresel kapitalizm, devlet inşası ve rekabetten faydalanan yerel aktörlerin ürünü oluşudur. Yazara göre, 19.yüzyılda Osmanlı Devleti’nin bu coğrafyasını anlayabilmek için bölgesel, ağ temelli ve yol bağımlı tarihsel hatları bilmek gerekmektedir.

Yazar, kıyı, iç kesim ve hudut kavramlarıyla kastettiği coğrafyayı şöyle açıklamaktadır: Kıyı, Batı Anadolu ve Doğu Akdeniz sahil şeridinin liman kentleri ve ticari hinterlandını temsil etmektedir. İç Kesim, Suriye, Filistin ve İç Anadolu’nun karasal deneyimini simgelemektedir. Hudut ise Doğu Anadolu, Irak ve Arabistan Yarımadası’nda rekabete açık sınır bölgelerini kapsamaktadır. Bu coğrafyalar yazar tarafından “Osmanlı Ortadoğu’su” olarak tanımlanmaktadır.

Öte yandan yazar, geç dönem Osmanlı tarihçiliğinin modernleşme yazarları Tanzimat’ın ilanının dönüm noktası olduğunu ifade ederek Batılılaşmanın etkisinden bahsetmektedir. Aynı yazarlar, bürokrasideki değişime, yeni bir ekonomik alt yapı oluşması ve Osmanlı’nın Batı’yı kucaklaması üzerinden vurgu yaparlar. Emrence’ye göre ise modernleşmenin yönü yukarıdan aşağıya doğruydu ve bürokrasinin gelişmesine önem veriliyordu. Ayrıca modernleşme yaklaşımının sorunu Osmanlı’nın farklı bölgelerdeki topraklarında bulunan halkın yaşantısının görmezden gelinerek genel bir modernleşme çizgisinde bütünleştiğini varsaymasıydı.

Emrence, ekonomideki bu düzensizliğin Osmanlı ve İngiltere arasında Baltalimanı (Ticaret) Antlaşması (1838) yapılarak başladığını ve adaletsiz ticaret rejimi kurulduğunu savunmaktadır. Ona göre dünya pazarları zamanla büyüme gösterirken Osmanlı Devleti tarım ürünleri satıyordu. Yabancı yatırımların Osmanlı’da ticaret hacimlerini geliştirmesi ve Avrupa para piyasalarındaki yüksek faiz ve komisyonları Osmanlı maliyesini olumsuz etkilemişti.

Emrence’nin vurguladığı bir diğer husus ise dış ticaretin genişlemesi yeni bir sınıf olan tüccar zümresini ortaya çıkarmasıdır. Ayrıca Emrence, makro model yazarların geç dönem Osmanlı tarihini anlatırken bunu çatışma paradigmasına dayandırdıklarını söylemektedir. Bu yazarların, bir tarafta Osmanlı ile Batı diğer yanda ise gayrimüslim burjuvazi ile Osmanlı bürokrasisi arasındaki mücadeleyi açıklamaya çalışırlar. Emrence’ye göre ise, makro modelle ilgili iki temel sorun vardır: Birincisi, tarih açıklamasının tek bir nedene dayandırılmasıydı. İkincisi ise, ekonomik yapıların varlığını nasıl sürdürebildiğiydi.

Cem Emrence’in görüşüne göre, geç dönem Osmanlı tarihini tek nedenle açıklamaya çalışmak güçlük yaratmaktadır. Dolayısıyla, küresel süreçler ve yerel aktörlerin rolleri göz ardı edilmektedir. Yazar bu soruna kendince bir çözüm getirmektedir: Osmanlı’nın içi çeşitliliğini ele alan ve çoklu nedensellikle işleyen tarihsel açıklamalara ihtiyaç vardır. Bu açıklamaları yaparken de mekân, etkileşimler, süreçler ve yerel aktörlerin etkisi gözetilmelidir.

“Osmanlı Ortadoğu’sunda” modernleşmeye giden alternatif yolları ortaya çıkarmaya çalışan Emrence, konuya imparatorluk içi bir perspektiften bakmayı deneyerek, böylelikle Osmanlı dünyasındaki çeşitlenmenin tarihsel hatlara göre açıklanabileceğini savunmaktadır. Sonuç itibarıyla yazar okuru, 19. yüzyılda geç dönem Osmanlı İmparatorluğu ve Ortadoğu’yu yeniden düşünmek için denemeye değer bir çaba olduğuna ikna etmeye çabalıyor.

Ne var ki kitabın İngilizce başlığı çok daha içerikle uyumlu ve anlaşılır iken Türkçe başlık da bir o kadar muallak kalmaktadır. Belki de bu muallaklık yazar veya yayıncının bilinçli bir tercihidir. Bunu bilmemekle beraber, başlıkta kullanılan “Osmanlı Ortadoğu’su” tabirinin başlı başına bir problemi ifade ettiğini belirtmek gerekir. Kitaptan anlaşılabildiği kadarıyla Anadolu, Arap Yarımadası ve Mezopotamya bu kavram ile ifade edilmeye çalışılmıştır. Ancak Osmanlı idari yapısı düşünüldüğünde, Anadolu’nun Ortadoğu olarak tanımlanmasının nasıl bir anakronizm ortaya çıkaracağı muhakkaktır. İngiliz sömürge siyasetinin bir ürünü olan Ortadoğu kavramının hangi anlamda kullanıldığı kitapta daha kapsamlı olarak tartışılması faydalı olacaktı.

Kitap Türkçe isimlendirilirken başlıkta “Yeniden Düşünmek” şeklinde muallaklığı daha da arttıracak ve ucu oldukça açık bir ifade kullanılmaktadır. Böylece kitabın neyi düşündüreceği adeta görünmez kılınmıştır. Halbuki eserin İngilizce baskısındaki “Remapping” (Yeniden haritalandırmak) kelimesi, çalışmanın sınır ve haritalarla ilgili bir anlatım sunulacağı okuyucuya haber verilmekteydi. Ayrıca İngilizce baskının alt başlığında, “Modernity, Imperial Bureaucracy and the Islamic State” (Modernleşme, İmparatorluk Bürokrasisi ve İslam Devleti) ifadeleri kullanılarak çalışmanın kapsama alanı adeta kalın çizgilerle belirlenmekteydi. Öyle anlaşılıyor ki Türkçe baskısı için tercih edilen başlık okuyucuyu bilgilendirmeden çok, ticari bir kaygı güdülerek belirlenmişti.

Bu eleştiriler bir kenarda tutularak denilebilir ki Cem Emrence, sosyal bilimlerde uygulanan ve çoğu zaman klasik tarihçilerin kullanmaya yanaşmadığı yöntemleri dikkate alarak sıkça sorulan sorulara yeni cevaplar vermeye çalışmaktadır. Bu açıdan bakıldığında kitabın Ortadoğu’ya Osmanlı katkısıyla ilgili çalışmalara son derece önemli bir katkı sunduğu kuşkusuzdur.