Oryantalizm adlı çalışmasıyla dünya çapında bir üne kavuşmuş olan Edward W. Said, Doğu’ya mümkün olabildiğince tarafsız ve doğru bir pencereden bakılmasını arzulamaktaydı. Eserlerinde ve makalelerinde İslâm konusundaki çarpıtmalar ve yanlış anlamaları irdeleyerek Ortadoğu’nun bir hayli karmaşık olan dini ve siyasi yapısının bilinçli olarak yanlış anlaşılıp gösterilmeye çalışıldığını belirtmektedir. İlk basımı 1999 yılında olan Yersiz Yurtsuz adlı otobiyografi kitabında da bu düşüncesinin temelini oluşturan unsurları görmek mümkündür.

Hastalığı döneminde hayatının bir muhasebesini yapma ihtiyacından hareketle Yersiz Yurtsuz’u kaleme aldığını ifade eden Edward Said, önsözünde bu hatıratı yazarken tamamen tarafsız olduğunu iddia etmektedir. İngilizce olarak Out of Place, A Memoir adıyla 1999’da basılan eser Aylin Ülçer tarafından 2003 yılında son derece güzel bir Türkçe ile tercüme edilmiş ve İletişim Yayınları tarafından neşredilmişti. Baskısı tükenen kitabı Ağustos 2014’te Metis yayınları yeniden bastı.

Edward W. Said kendi hikayesini doğal, samimi, eleştirel ve akıcı olarak yazarken aynı zamanda yaşadığı acıları ve korkularını da okuyucusuna hissettirebilmiştir. Yıllar önce yaşamış olduğu fiziksel ve psikolojik şiddeti vücudunda hapsederek kendisini “yersiz yurtsuz” hissetmesine neden olmuştur. Özellikle de ismi ve soyadı arasında iki ülke, farklı kültürler, zevkler ve bambaşka kimlik yer alıyordu. Yaşadığı kimlik karmaşasında babasının ve gittiği okullardaki öğretmenlerinin rolü büyüktü.

Kitabının büyük bir kısmını lösemi hastalığı ve tedavi dönemlerinde diğer kısımlarını da New York, Fransa ve Mısır’da iken yazmıştı. Mayıs 1994 yılında tedavi için gittiği hastanelerde dahi yazmaya devam etmişti. Kızları Meryem (Mairam), Wadie, Nejla (Najla)’nın da yardımlarıyla beş yıl boyunca bu yazı serüvenini sürdürdü. Bu hatıratı yazma sebebi ise, çocukluğundaki yaşamıyla bugünkü yaşamı arasındaki zamansal ve mekânsal uçurumu kapatma isteğidir. Tüm anılarını ayrıntılı olarak anlattığı bu kitabında hastalığının bütün evrelerinde, tedavinin yan etkisi olan nöbetlerinde kendisini güçlü hissetmek adına yazma ihtiyacı duyduğunu da samimi şekilde ifade etmektedir.

Kitabın henüz ilk sayfasında kendisini “Büsbütün kişiliksiz, ürkek, kararsız, iradesiz buluyordum. Her koşulda, bunların tümüne baskın çıkan his, kendimi bildim bileli yersiz yurtsuz olduğumdu.” sözleriyle tanımlamaktadır. Ailesi tarafından Edward ismi 1935 yılında çok sevilen Galler Prensi anısına koyulmuştu. Said soyadı ise Arap olan atalarından yadigâr olduğu söylenmiş olsa da tam olarak kendisi de nedenini bilmemektedir.

Öte yandan varlıklı bir ailenin çocuğu olmasından dolayı sosyal ve kültürel etkinliklerden istifade edebilmiştir. Çoğunlukla babasının otoriter ve sert tutumundan dolayı aldığı eğitimden ve müzik derslerinin zorluğundan şikâyetçidir. Öğretmenlerinin de en ufak şeyleri babasına şikâyet etmesi onu korku ve çaresizliğe itiyordu. Kelimenin tam anlamıyla huzurlu bir çocukluk dönemi geçirmeyen Said, sürekli kişiliksiz, daima düzeltilmeyi bekleyen, mahremiyetinin ayaklar altına alınmasından mutsuz olduğunu dile getiren bir karaktere bürünmüştü. Annesiyle olan duygusal bağları sallantılı olsa da arkadaş olarak bir tek onu görüyordu. Kız kardeşleri Rosemarie, Jean, Joyce ve Grace ile de soğuk ilişkileri olduğunu belirtmektedir. Cinsiyet farkından dolayı aile içinde katı kuralların olması kardeşleriyle arasına uçurumların girmesine neden olmuştu. Ailesi tarafından Edward Said’in dış görünüşünün de kusurlu bulunması, onda tekrar yıkım oluşturmuştu.

Anadili Arapça olsa da eğitimi boyunca ve kariyerinde kullandığı dil İngilizceydi. Kimlik kazanmasında etkili olan yerler Kudüs, Kahire, Lübnan ve Amerika Birleşik Devletleri’ydi. 1943-1946 yılları arasında, öğretmenlerin çoğu İngilizlerden oluşan Cezire Hazırlık Okulu’na (GPS) girmişti. Okul sömürge işi olarak planlanmış olduğundan okul dışında İngiliz çocuklarıyla görüşemiyordu. Öğrencilerle arasındaki giyim ve konuşma farkı onu daha da huzursuz etmekteydi. Öğrenciliği boyunca ikinci sınıf muamelesi görmüş olmasına rağmen babasının bir şey yapmamasını utanç bulmaktadır.

Edward Said lise eğitimi için Kahire’deydi. Orada, Amerikan petrol şirketlerini çalışanlarının, Amerikalı iş adamlarının ve diplomatik personelin çocuklarına eğitim verilmek için açılan Kahire Amerikan Lisesi’ne gitti. Krizin etkisinden dolayı 1947 yılının aralık ayında Kudüs’teki George Okulu’na yazıldı. Daha sonraları yazıldığı Victoria Koleji’nde İngilizcenin pek sevilmediğini Arapçanın ise konuşulmasının yasak olduğunu ifade etmektedir. Princeton’da lisans eğitimi aldı. Princeton’da okul birincisi veya ikincisinin mezuniyet töreninde konuşma yapılması geleneksel bir şeydi. Edward W. Said’in okul birincisi olmasına rağmen törende açılış konuşmasına söz hakkı verilmemesinden dolayı tekrar ikinci sınıf muamelesi görmenin acısını duyduğunu itiraf etmektedir. Yüksek lisansını ise Harvard’da 1958-63 yılları arasında tamamladı.

Yazar, Ortadoğu’nun sosyal hayatı hakkında detaylı bilgi vererek o yıllarda yaşanan iç savaşların gündelik yaşama olan etkisi de vurgulanmaktadır. Öyle ki hatıratta o yıllardaki müzik, sinema ve spor faaliyetlerinin nasıl olduğunu öğrenmek mümkündür. Mesela Kudüs’te Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar arasındaki gerginliğin iyice arttığı bir zamanda Yahudilere ait sinema salonuna gidilmesi yasaklanmıştı.

Ayrıca şehirlerin hem coğrafi hem de sosyal ilişkiler bağlamında kitapta ayrıntılı bilgilere yer verilmektedir. Özellikle de Kahire’de İtalyanlar, Fransızlar, İngilizler, Yahudi, Ermeni, Suriye kökenli Lübnanlı ve az da olsa Rum azınlıklar konuşlanmıştı. Edward Said’in Mısır’da öğrenim gördüğü okuldaki öğrenciler Ermeni, Mısırlı Yahudi, Kıpti ve çoğunlukla İngiliz çocuklardan oluşuyordu. Said için asıl sorun Arap olmasından dolayı İngiliz öğretmenleri tarafından değersizleştirilmesiydi. Genellikle İngilizler tarafından sömürgeci bir tavırla karşılaştığını acı bir gerçeklik olarak ifade etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’ne taşındığında tekrardan başlayan kimlik bunalımı kendisine Edward ismini sorgulamasına yol açmıştır. Filistinli -Arap -Hristiyan- Amerikalı mozaiğinin kırık parçalarını oluşturan Said için sömürgeci tutumlar sorgulayıcı ve eleştirel düşünmesine neden olarak entelektüel kişiliğini ortaya çıkarmıştı.

Ailesiyle birlikte lüks bir hayat yaşayarak siyasi konulardan özellikle de savaş alanlarından uzak durmaktaydı. Fakat Said’in yanında yıllarca iç savaşların ve siyasi bunalımının konuşulmamasına rağmen kafasında sorular birikiyordu. Charles Malik’in Amerika Birleşik Devletleri Lübnan elçisi olması ve anne tarafından akraba olmaları nedeniyle ona karşı güven ve hayranlık duyduğunu belirtmektedir. Malik’in, Filistin’in Birleşmiş Milletler çatısındaki Arap temsilcisi sıfatıyla katıldığı siyasette Filistin karşıtı olması Said için hayal kırıklığı yarattı. Öyle ki onu otuz yıl boyunca defalarca tahlil ederek anlamaya çalışmış fakat yine de aynı pişmanlıktan kurtulamamıştı. Charles Malik’in hocalarından, okuduğu kitaplardan ve Doğu ile Batı arasındaki savaşları da yine ondan öğrenmişti.  Siyasi konulara Princeton’da öğrenim gördüğü sırada eğilmiş ve ilk siyasal yazısını da Arap bakış açısıyla yazmıştı. Arkadaşlarına İsrail’in Filistinlilere insafsızca davrandığını tartışma ortamlarında açıkça söylüyordu. Onu etkileyen müzisyenlerin ve yazarların isimlerini belirterek okulda gördüğü dersler hakkında da bilgi vermektedir.

Edward W. Said, anılarına dair paylaştığı fotoğraflar hakkında da kısa bilgiler vererek hafızalarda daha canlı bir izlenim oluşturmaktadır. Kitabın kapak kısmında da kız kardeşi Rosy ve kendisinin 1941 yılında Filistin’e ait geleneksel bir kıyafetle çekilmiş fotoğrafı bulunmaktadır. Fotoğraflar döneme ait görsel bir şölen sunmaktadır.

Sonuç itibarıyla bir Hristiyan Filistinli olarak gerek Filistin’de yaşadığı gerekse o bölgeden kilometrelerce uzakta bulunduğu dönemde şahit olduklarını samimi bir üslupla anlatan Edward Said, Filistin meselesine yaklaşım bakımından Müslümanlardan farklı olmadığını göstermektedir. Kaleme aldığı akademik çalışmaların yanı sıra bu otobiyografik eseri Ortadoğu çalışanları için bir rehber niteliğindedir. Bölgede doğmuş ve uluslararası bir şöhret kazanmış Hristiyan bir entelektüelin, Hristiyan dünyasında bile sadece kimlik aidiyetinden dolayı, nasıl bir ayrımcılığa maruz kaldığını görmek bakımından da bu kitap müstesna bir örnek teşkil etmektedir.