Geçtiğimiz günlerde (18-19 Ekim) İstanbul’da TRT’nin düzenlediği TRT World Forum 2017, “Türkiye’nin Davos’u” olarak tasvir edildi ve farklı ülkelerden aydınlar ile yeni nesil araştırmacıları bir araya getirdi. İki gün süren programın ilk günü Başbakan Binali Yıldırım’ın konuşmasıyla başladı ve ikinci gün şeref misafiri olarak iştirak eden Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın konuşmasıyla sona erdi. Programın başlığı “Belirsizlik Çağında Değişime İlham Olmak” idi ve konuşmacılar arasında siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler ve aktivistler vardı. Konuşmacılar, ABD hükümetinin “Önce Amerika” politikasıyla sarsılmaya başlayan mevcut global sistemin geleceği, belirsizlik arz eden dünya siyasetinin istikbali ve toplumların içinde yaşadığı sıkıntılı dönüşüm sancıları üzerinden giderek farklı meseleleri ele aldılar. Batılı ve bazı Asyalı ülkelerde son yıllarda olduğu gibi İstanbul’da düzenlenen forumda da herkesin anlamak istediği, mevcut küresel yapıda bir değişim olacaksa bunun nasıl olacağı veya toplumları nasıl etkileyeceğiyle alakalıydı. Nitekim milliyetçi ve dışlayıcı siyaset dilinin gelişmiş Batı ülkelerinde yükselişe geçtiği bir dünyada yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığı gibi meselelerin nasıl halledileceği, Batı’da ve dünya genelinde yaşanan sosyo-ekonomik krizler ortamında kötü şartların daha kötüye gidip gitmeyeceği herkesi doğrudan alakadar etmektedir. İstanbul’da konuşulanlardan bazı dikkat çekici noktaları bu yazıda kısaca takdim etmek istiyordum.

Arap Dünyası’nın Pişmanlığı ve Batı’da Yabancı Düşmanlığı

“Arap Baharı” etiketiyle başlayan isyanların Arap ülkelerinde yol açtığı yaralar, hareketin ilk başladığı ülkeden bir siyasetçinin görüşlerinde aslında acı hakikati temsil etmektedir. Aynı şekilde ataları İngiliz emperyalizminin tebaası olmuş insanların Britanya’da Müslüman kimlikleri ve “öteki” vasıflarıyla siyasete tutunma çabaları ve karşılaştıkları zorluklara rağmen umutlarını sürdürmeleri de ayrıca ibretliktir. Forum’daki konuşmacıların bazıları işte böyle dışlayıcı ve yıkıcı dünyanın mağdurlarıydı aynı zamanda.

Aralık 2010’da başlayan isyanlar akabinde Tunus’ta Bin Ali’nin devrilmesi sonrasında ismi öne çıkan isimlerden ve El-Nahda Partisi’nin kurucularından Raşid Gannuşi, Forum’da yaptığı konuşmasında Arap dünyasının üzüntüleri ve umutlarından bahsetti. “Osmanlı’nın çöküşünden sonra bu coğrafyada kötü günler başladı” diyen Gannuşi, Tunus’ta kendini yakarak isyanın başlamasında rol oynayan gencin aslında aynı zamanda Arap dünyasını da ateşin içine attığını ancak tüm buhranlara rağmen umutların ölmediğini ifade etti. Tunuslu siyasetçinin konuşmasında belki de en dikkat çekici nokta, “Bugün Mısır ve Libya gibi ülkelerde halk eski diktatörleri arar hale geldi. Mısır’da insanlar Mubarek günlerini arıyor. Dün ihtilalden bahsedenler bugün pişmanlar. İnsanlar, infazcıların dönemini arıyorlar çünkü o zaman az bile olsa emniyet vardı. Bugün Arap dünyasından kaçan gençler iki yere gidiyorlar: Ya Avrupa’ya yahut IŞİD’e katılmaya. Arap dünyası bir geçiş dönemi yaşıyor ve bu vakit alacak. Ama tüm bu istikrarsızlığa rağmen uzun vadede kazanacağımıza inanıyorum. Zira Fransız İhtilali seksen sene sonra ancak işe yaramaya başlamıştı.” Gannuşi’nin bu sözleri aslında Arap aleminin içine düştüğü tuzakları ve çıkmazların özetlemesiydi.

Forum’un konuşmacıları arasında İngiliz Lordlar Kamarası’ndan Sayeeda Warsi de vardı. Baron S. Warsi, aslen Pakistanlı Müslüman bir aileden gelmesine rağmen Britanya siyasi hayatında kendisine yer bulmuş bir isim. Bazı İngilizler onun Britanya’ya ait olmadığını ve İngiliz siyasetinde bu kadar önemli makamlara getirilmesinin kabul edilemez olduğunu söylediklerinde Warsi için “içimizdeki düşman” benzeri ifadeler kullanıyorlar. Tüm bunlara karşılık dedelerinin 1930’lar ve 1940’larda İngiliz Ordusu’nda hizmet vermiş insanlar olduklarını ve İngiliz vatandaşlığını hak ederek aldıklarını söyleyen Warsi, Britanya’da yabancı asıllıları dışlayan bazı kesimlere rağmen ülkede yaşayan Müslümanların büyük çoğunluğunun rahat hissettiklerini ve baskı altında olmadıklarını düşünüyor. Hatta, Britanya’nın İslam düşmanlığı ile mücadelede ABD ve Avrupa ülkelerine kıyasla çok ileride yer aldığını ifade ediyor. Warsi, Britanya halkının İskoç, İrlandalı ve İngiliz olarak bölünüp aralarında kavga etmiş bir maziye sahip olduklarına dikkat çekerek sadece beyaz – siyah veya Müslüman – Hıristiyan çatışması değil aynı dinden ve aynı renkten insanların da bazı zamanlarda birbirlerinden nefret ettiklerine atıf yaptı. Dolayısıyla İslam karşıtlığı, sadece Müslümanların varlığına bağlı bir mesele değil, bazı dönemlerde ortaya çıkan ötekine karşı bir tahammülsüzlük. Aslında tam da S. Warsi’nin söylediği gibi aynı renkten insanların birbirini öldürdüğü bir İngiltere aslında çok da eskide kalmış değil. 2015’te “Önce Britanya” diye bağırarak saldıran ırkçı bir katil, İşçi Parti Milletvekili Jo Cox’u öldürdüğünde tüm Britanya dehşete kapılmıştı. Maktüle Jo’nun eşi Brendan Cox, forum’daki konuşmasında ABD’de artan sağcılığa dikkat çekenler arasında yer aldı.

Forumun İngiliz konuşmacılarından bir diğeri de Tony Blair döneminde on yıl hükümetin önemli politikalarında yer aldıktan sonra David Cameron hükümeti tarafından Libya’ya elçi olarak gönderilen Jonathan Powell idi. Babası İrlandalı terör örgütü IRA tarafından vurulan ve Blair döneminde Britanya’da İngilizler ile İrlandalılar arasındaki çözüm sürecini yönetmiş isimlerden biri olan Powell, terörle mücadele ve kriz yönetimi gibi meselelerde mütehassıs bir diplomat sıfatıyla forumda konuştu. “Ortadoğu’daki krizleri çözme noktasında Türkiye’nin vazgeçilmez bir konumu olduğunu” söylediği gibi “Arap Baharı başladığında çok umutlu olup demokrasinin hemen geleceğini beklemek nasıl yanlış idiyse bundan sonra artık umudu kesip asla beklendiği gibi olmayacağını düşünmek de yanlıştır” diyerek aslında aynı zamanda Gannuşi’nin hem üzüntülü hem umutvar sözleriyle benzer bir görüşü paylaştı. Powell, terörün silahla çözülecek bir mesele olmadığını, müzakereyle halledilebileceğini düşünüyor.

Malcolm X’in kızı Ilyasah Al-Shabazz, babası gibi bazı siyahi mağdurların ABD’de verdiği mücadele sonucu ülkede Afrikalıların elde ettiği nispeten daha iyi şartlar içinde yaşayan bir aktivist ve yazar olarak forumdaydı. Al-Shabazz, babasının temel insan hakları için mücadele verdiğini söylerken ayrıca hala ABD’de siyahilerin önünün kesildiğine dikkat çekti. Dolayısıyla Afrika asıllı Amerikalılar, hala renklerinden dolayı dışlanmış hissediyorlar ve bu noktada hedefe ulaşılmış değil.

Çin Yayılmacı Mıdır? Türkiye’nin Somali’deki Çıkarı Nedir?

TRT World Forum’un başladığı zamanda dünya medyasının görü Pekin’deki 19. Komünist Parti Konseyi’ndeydi. Çin Başkanı Xi Jinping, burada yaptığı konuşmasında Çin’in küresel bir hakimiyet peşinde olmadığını dile getirirken aşağı yukarı aynı gün içinde İstanbul’daki Forum’da konuşma yapan Pekin Üniversitesi’nden Prof. Pan Wei de benzer görüşü akademik bir üslup üzerinden dile getirdi. Prof. Wei, Çin’in küresel yayılmacılık gibi bir emperyal hegemonya hesabı olmadığını söylerken bunun teknik olarak niçin mümkün olmayacağını da açıkladı. Wei’ye göre, Çin bir emperyal ülke olmak için üç şeyden mahrum: dil, din ve askeri kuvvet. Müslüman ve Hıristiyan ülkeler küresel yayılma çağındayken ellerinde Kur’an veya İncilleri vardı. Gittikleri yere Çince gibi zor olmayan bir dil ile gittiler ve onların dillerini öğrenmek yabancılar için çok zor değildi. Çin ise herkese sunacağı bir kitaba sahip olmadığı gibi muhataplarına kendi dilini takdim edemez. Çünkü Çince basit bir dil değil. Çin, küresel işlerini yaparken İngilizceyi kullanıyor. Hal böyle olunca Çin’in diğer ülkeleri kendi potasına evirmesi mümkün değil ve Pekin’in kolonyal bir dış politikası yok.

Medeniyetler İttifakı’na İspanya Başbakanlığı döneminde T.C. Başbakanı R. Tayyip Erdoğan ile birlikte eş başkanlık yapan J. Luis Zapatero, Forum’un önemli davetlilerinden biriydi. Türkiye’nin Ortadoğu’da önemli bir role sahip olduğunu söyleyen eski İspanyol başbakanın şu sözü dikkate değerdi: “Bir Filistin devleti tesis edilerek İsrail – Filistin meselesi halledilmeden Ortadoğu’nun geleceğinden ve barıştan söz edilemez” dedi. Zapatero, akşamki oturuma dinleyici olarak geldiğinde salona Sn. Erdoğan ile birlikte girdi.

Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, konuşmasının bir kısmında Türkiye ile teröre karşı mücadelede işbirliği yapmaktan imtina eden Batılı müttefikleri eleştirdi. ABD’nin Bush döneminde Irak’ta olduğu gibi bu kez Suriye’de aynı şekilde silahları yayarak Türkiye’yi tehdit edecek yapılara destek verdiğini ve Türkiye’yi oyalama siyaseti güttüğünü söyledi. Almanya’nın da aynı şekilde Türkiye karşıtı terör örgütlerini açıktan destekleyerek benzer bir politik anlayışa sahip olduğunu belirtti. Bununla birlikte bir kez daha BM’nin beş daimi üyesinin mevcut küresel çatışmaları önlemekte aciz kaldığına atıf yaptı. Moderatörün sorduğu “Türkiye, Somali’de yaptığı yardımları karşılıksız mı yapıyor?” sualine cevap olarak “veren el alan elden üstündür” anlayışıyla hareket ettiklerini ve Müslümanların katledildiği dünyada vicdani mesuliyetle harekete geçtiklerini belirtti.

Farklı kıtalardan ve renklerden muhtelif görüşlerden aydın beyinleri bir araya getiren TRT World Forum 2017 güzel bir organizasyon idi. Ancak forumun gündemini belirleyen küresel belirsizliğin daha fazla artmaya devam etmesi içinde yaşadığımız dünyanın geleceği için güzel bir gelişme değildir. Umut ederiz ki önümüzdeki dönemde bu tarz beynelmilel toplantıların gündemini daha fazla savaş, kaos, pişmanlık, haksız paylaşım kavgalarının sonu olan insani felaketler ve üzüntü verici gelişmeler değil de bunların yerine daha fazla umut vaat eden gelişmeler tayin eder.