8 Ağustos’ta Kenya seçimleri esnasında yaşananlar, Doğu Afrikalıları ve bu ülkede yatırım hedefleyen küresel oyuncuları yakından ilgilendiriyordu. Zira her seçim sonrası olduğu gibi sonuçları kabullenmeyen bir kitle sokağa dökülmüş ve polisle çatışmaya başlamıştı. Bu tabloda, Kenya’nın geçmişini bilenler 2007 seçimleri sonrası ortalığın nasıl kan gölüne döndüğünü hatırlayacaklardır. Peki, son seçimlerde galip gelen Kenyatta ile seçimi kaybeden Odinga’nın temsil ettiği gurupların Kenya siyasi tarihindeki yeri nedir? Bu yazıda bu sorular üzerinden kısa süre önce ülkede keşfedilen petrol sayesinde ülkenin küresel siyasette artan stratejik önemine ve Çin’in Doğu Afrika politikasında Kenya’nın konumuna ve de özetle ülkenin yakın siyasi geçmişine bakılacaktır.

Sahraaltı ülkelerde asırlarca siyasi ve sosyo-ekonomik teşkilatlanma kabileler üzerinden şekillenmiştir ancak bu hakikat Afrikalı toplumların zaruri teşkilatlanma ihtiyacı ve güçsüz devlet şartlarına bağlı olarak gelişmiş bir vakıadır. Dolayısıyla Afrika’yı anlamayanların zannettiği gibi sadece basit bir kabilecilik meselesi olmayıp kendi zemininde bir mantığa sahiptir. Nihayetinde eski kolonyalistlerin Afrika’dan çekilirken bir millet olmayan farklı kabileleri bir ülke sınırları içine yerleştirip tek millet olmaya mecbur bırakmasıyla doğan sıkıntılar bugünlere kadar devam etmiştir. Hal böyle olunca Afrika’da oyun kuran büyük aktörler bu gerçeğe göre strateji geliştirmektedirler. Afrika’da uzun vadeli yatırımlar planlamak bu zeminin iyi tetkik edilmesine bağlıdır. Çin’in Afrika araştırmalarında hızla derinleşmesi ve ilerlemesi de bu kıtadaki dev yatırımlarının icabıdır.

Kenya Petrolleri ve Çin’in Doğu Afrika’daki Yatırımları

İngilizler, 20. yüzyıl başlarında dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Kenya topraklarında da petrol ve değerli maden arama faaliyetlerinde bulundular. Ancak o günkü imkânlarla Kenya’da hedefe ulaşılamadı. İngilizlerin yüzünü güldüren gelişme 2012’de Tullow Company’nin Turkana Bölgesi’ndeki sondaj sonuçları oldu. Böylece son yıllarda Kenya bir petrol üreticisi ülke olmanın hayalini yaşamaya başladı ve görünüşe bakılırsa ülke siyasetini belirleyecek en mühim gerçek bundan böyle (en azından bir süre) fosil kaynakların varlığı olacaktır. Nitekim bazı komşu ülkelerde de tespit edilen fosil kaynakların paylaşımı için küresel ortaklıkların kurulması bunu göstermektedir.

2011’de Albert Gölü bölgesindeki petrol sahasında İngiliz Tullow’dan hisse satın alan Total ve Çinli şirket Cnooc, Fransız ve Çinlilerin Doğu Afrika enerji piyasasındaki hareket sahalarını genişletmiştir. Tullow Şirketi’nin Kenya’dan önce kuzeydeki komşu Uganda’da keşfettiği petrolü Okyanus kıyısındaki tankerlere ulaştırmak için gerekli olan boru hattının Kenya üzerinden geçirilmesi ve Uganda’nın Hint Okyanusu’na bu şekilde bağlanması hedefleniyordu. Bu ortamda Kenya’nın stratejik değeri kat kat yükselmişti. Nairobi, denize kapalı kuzey komşularının petrolünü ve yeni keşfedilen kendi petrolünü sahile bağlamak için döşenecek ortak boru hatlarının kendi topraklarından geçmesi için çabalarken Uganda ile anlaşmıştı. Nairobi – Kampala işbirliği ile iki ülkenin ortak çıkarlarda buluşmasını sağlıyordu. Ancak Kenya’nın güneydeki komşusu Tanzanya alternatif bir güzergah için Uganda ile anlaşınca Uganda – Kenya petrol hattı ortaklığı sona erdi. Son birkaç yıl içinde Uganda’da Total’in Tullow’dan satın aldığı hisselerle yüksek paya sahip olması ve Fransızların boru hattı için Kenya haritasını değil Tanzanya’yı tercih etmesi sonucu Uhuru Kenyatta, Nisan 2016’da Paris’i ziyaret ederek temaslarda bulunmuş ve bu dönemde Uganda petrol sevkiyatı meselesi Kenya – Tanzanya arasında gerilime yol açmıştır. Zira Kenyatta’nın Fransa ziyareti boru hattı meselesinde Kenyalıların istediği sonucu vermediği gibi Uganda – Tanzanya hattı projesi sahaya inmeye hazırlanmaktadır.

Kenya’nın bir diğer komşusu Somali’de yapılan fosil arama faaliyetleri ve aynı zamanda denize kapalı ülke Etiyopya’da sürdürülen arama faaliyetleri de Doğu Afrika’nın geleceğine etki edecektir. Önümüzdeki yıllarda Etiyopya’da petrol bulunması halinde bu ülkenin denize açılması Somali veya Somaliland üzerinden hesaplanabilir. Böyle bir durumda Etiyopya’yı Cibuti üzerinden Kızıl Deniz’e bağlayan Çin destekli demiryolu güzergâhına paralel bir hat da muhtemelen gündeme gelecektir. Nitekim Etiyopya – Cibuti demiryolu hattı Ocak 2017’de hizmete açılmıştır ve 3,5 milyar dolara mal olan bu demiryolunun yüzde 70’ini Çin Exim Bank’ın karşıladığı ifade edilmiştir.

Uganda – Kenya ve Uganda – Tanzanya güzergâhlarında inşa edilmesi planlanan yeni enerji hatları ve otoyollardan başka Güney Sudan’dan çıkarılması hedeflenen kaynakların Kenya üzerinden Okyanus’a bağlanması gibi hedefler Doğu Afrika’nın stratejik (enerji hatları üzerinden) yeni sınırlarını çizmeyi hedefleyebilir. Küresel ortakların anlaşması veya anlaşmazlığına bağlı olarak bölgedeki ülkelerin sınırlarının değişmesi sürpriz olmayacaktır. Sudan ve Somali bunun bariz misalleridir. Ayrıca yeni projelerin finans kaynağını üstlenmek ve idare etmek için diplomatik ve lobi faaliyetleri yürüten ülkeler arasında Çin’in hayli iddialı girişimleri dikkat çekmektedir. Çin’in teşebbüsleri, Batılı oyuncuların bölgedeki projelerine mali kaynak sağlayarak yardımcı ve ortak olması yönüyle bir anlamda olumlu karşılanırken Pekin’in uzun vadede dümeni iyice ele geçirme ihtimali endişelere de mahal vermektedir.

Sudan, Tanzanya ve Etiyopya’da iç bölgeleri sahile bağlayan Çin destekli demiryolları hizmet vermeye başlamıştır. Benzer şekilde Çin’in finans ve teknik desteğiyle yeni Mombasa – Nairobi demiryolu hattının inşaatı devam ediyor. Çin’in bölgedeki hedefi Güney Sudan – Uganda – Kenya demiryolu projesi ile denize kapalı iç bölgelerdeki ülkelerin başkentlerini ve petrol bölgelerini Kenya üzerinden Hint Okyanusu sahiline bağlamaktır. Bu projeler sadece bölgedeki Çin destekli ticari hareketliliğe yardımcı olmakla kalmayıp petrol boru hatları inşa edilmeden önce enerji kaynaklarının bir kısmının demiryollarıyla sahile bağlanmasına da katkı sağlayabilir.

Kenyalı Siyasi Figürler: Kenyatta ve Odingaların Liderliğinde Kikuyu – Luo Çekişmesi

Kenya’nın “kurucu babası” olarak kabul edilen ilk cumhurbaşkanı Jomo Kenyatta, aslen Nairobi’ye yakın bir bölgedeki Kikuyu Kabilesi’nden gelmiştir. Bu kabile, büyük ölçüde İngiliz misyonerler eliyle Hıristiyanlaştırılmıştı. Ülkenin medeni olan sahil kesimi, sahilli anlamına gelen Sevahili (Swahili) halkının ekseriyeti Müslüman idi. Bölgeye gelen ilk Avrupalı misyonerler ve şirketlerin temsilcileri önce Sevahili halkı arasında yerleşip burada rahatça yaşamış ve bunların dilini öğrendikten sonra Kenya toprakları üzerinde misyonlarını icra etmeye başlamışlardır. Zira bölgenin lingua franca’sı Sevahili diliydi ve bu lisan aynı zamanda Kenya, Uganda ve Tanzanya’nın da resmi dili idi. Zamanla Church Mission Society gibi İngilizlerin desteğindeki misyoner cemaatlerin faaliyetleriyle Hıristiyanlaştırılan göçebe kabileler eğitilerek merkeze çekilirken eskiden beri bölgeyi elinde tutan Müslümanlar çevreye itilmiştir. Dolayısıyla bugün Kenya siyasetinde sözü geçen kabileler ve liderler İngiliz kolonyal idaresinin ve eğitim kurumlarının bakiyesidirler.

Ülke tarihindeki meşhur Mau Mau İsyanı, 1950’li yıllarda Jomo Kenyatta önderliğinde Kenya topraklarına yayılmaya başladığında İngiliz idaresindeki Kenya Colony’de polis ile Kikuyular arasında şiddetli çatışmalar patlak vermişti. İngilizler, Kenyatta’yı tevkif edip hapse attılar. Ortadoğu ve Afrika’da İngiliz ve Fransız sömürgelerinde kendine yer açmaya başlayan yeni küresel güç, ABD’nin Afrika girişimcileri Kenyatta’nın hapisten çıkmasını desteklemişlerdi. Nihayetinde İngilizler Mau Mau liderini serbest bıraktılar ve koloniye hürriyet verirken ülkenin “kurucu babası” sıfatıyla ilk cumhurbaşkanı olmasını seyrettiler. Nitekim “kurucu baba” döneminde Nairobi’nin Londra ile ilişkileri gayet iyi seyretmiştir.

Jomo Kenyatta’nın yeni bağımsız olan ülkenin başına geçmesi, bir zamanlar vahşi bir topluluk olarak görülen ve beyaz adamın eliyle “medenileştirilen” Kikuyular arasında “büyük zafer” olarak görülüyordu. Ancak ülkedeki diğer kabilelerin her biri (farklı bir siyasi parti gibi) Kikuyu iktidarına açık veya gizlice muhalif idiler. Kikuyular ile iktidara ortak olan kabile Luolar idi. Ülkenin en nüfuzlu kabilelerinden Luo Kabilesi, eski ABD Başkanı H. B. Obama’nın dedesi Onyango Hüseyin Obama’nın kabilesi olduğu gibi Kenya siyasetinde mühim yer tutan Odinga Ailesi’nin de kabilesidir. Kenyatta döneminde KANU partisi üzerinden ülkenin tüm müesseselerinde Kikuyu – Luo ittifakı hakim konuma gelmişti. Ancak Kenyatta’dan sonra 1978’de ülkenin ikinci cumhurbaşkanı olan Daniel Arap Moi döneminde durum değişmeye başladı. Aslen Kalenjin Kabilesi’nde gelen Moi, Kikuyu – Luo ittifakına karşı diğer kabilelerin ittifakını temsil ediyordu.

Moi’nin bağımsızlık öncesi ve sonrası ülkedeki tüm hareketlerinin İngiliz istihbaratınca yakından takip edildiği İngiliz arşivlerinde kayıtlıdır. Bu elbette tüm diğer siyasetçiler için de geçerliydi. Dolayısıyla Nairobi’de iktidara gelmeye aday olanlar gerekli krediyi ancak İngiltere ve sonrasında ABD’nin Doğu Afrika’daki çıkarlarına uydukları takdirde elde edebilirler ve iktidara gelebilirlerdi. Bununla birlikte Moi, Kenyatta gibi ülkenin tüm farklı kesimlerini idare etmekte mahir değildi. Kenyalı Müslüman toplumu da Moi’den çok rahatsızdı. Zira O’nun döneminde daha fazla köşeye itilmişlerdi. (Kenya’nın kuruluşundan beri ülkede Somali asıllı Müslümanların ve zamanla Selefileştirilen Müslümanların bir kısmı kendilerini dışlanmış hissettikleri için marjinalleşmiş ve radikalleşmişlerdir.) Kikuyular ve Luolar ise iktidarın ellerinden gidişine “ülke elden gidiyor” propagandasıyla direndiler ve nihayetinde 1982’de ülke tarihindeki ilk darbe teşebbüs vuku buldu. Kenya Hava Kuvvetleri’ni kullanarak Moi’yi devirme girişiminde bulunan darbeciler kısa sürede bertaraf edildiler ve bunlara destek verenler tespit edilip çok sayıda gözaltılar ve tutuklama işlemi başlatıldı. Tutuklananlar arasında (son iki seçimin kaybedeni Raila Odinga’nın babası) J. Oginga Odinga da vardı.  Bu hadiselerden sonra Moi, iktidarını korudu ancak düzeni toparlamak adına reformlar yaptı.

Kikuyu – Luo işbirliği, Moi’nin döneminden itibaren bozulup rekabete dönüştüğünde Kenyatta Ailesi ile Odinga Ailesi bu işe öncülük etmiştir. 2002’de iktidara gelen ülkenin 3. cumhurbaşkanı Mwai Kibaki, Kikuyulardan idi. 2007 seçimleri, Luo Kabilesi ve Kikuyu Kabilesi arasındaki iktidar mücadelesiyle Kenya siyasetinin en kanlı dönemlerinden birine yol açmıştır. Seçim sonrasında Kibaki’nin iktidarı devam ederken R. Odinga ile Luolar başbakanlığı ele geçirdi. Aslında ülkede başbakanlık makamı yoktu ancak şiddeti durdurmak ve Kikuyu – Luo çekişmesini sonlandırmak için oluşturulmuştu. Makam, 2013 seçimlerinden sonra tekrar kaldırıldı. Odinga, 2013’teki seçimlere aday olarak girdiyse de seçim sonrasında ülkedeki Kikuyu iktidarı devam etti. Kikuyular bu kez Kenyatta ailesi üzerinden iktidarı sürdürdüler. Uhuru Kenyatta, 4. Kenya Cumhurbaşkanı, olmuştu. (“Uhuru”, Arapça “hürriyet” kelimesinin Sevahili dilindeki telaffuzudur.) Baba Kenyatta, rakibi baba Odinga’yı Moskova ile temaslarından ötürü “komünistlerin uşağı” olmakla itham ediyordu. Günümüzde “komünizm” yerine “kapitalizm” kelimesiyle oğul Kenyatta ile oğul Odinga arasında benzer ithamlar siyaset dilinde kullanılmaya devam etmektedir. Böylece son dönemde Kenya seçimleri tüm bu tarihin devamı olarak gerçekleşmiş ve Odingalar liderliğindeki gurup Kenyattalar liderliğindeki guruba karşı bir kez daha kaybetmiştir.

ABD’nin Doğu Afrika ülkelerini istihbarat alanında daha yakından takip etmeye başladığı ve bölgedeki askeri konumunu tahkim ettiği görülmektedir. 1998 – 2003 arasında ABD başkanları Uganda’yı iki kez ziyaret ederken 2000 – 2013 arasında Tanzanya’yı üç defa ziyaret etmişlerdi. Kenya’yı ziyaret eden ilk başkan ise (2015) Kenya asıllı Obama oldu. D. Trump döneminde Amerikan Hükümeti ile işbirliği halindeki şirketlerin bölgedeki enerji politikalarının gölgesinde ülke sınırları değişebilir mi? Derin ortaklıklar veya rekabetin gelişimine bağlı olarak bu ve benzeri soruların cevabı ortaya çıkacaktır.

Bugünkü Afrikalı siyasetçiler, dünkü Avrupalı misyoner cemaatlerinin okullarında eğitim görmüşlerdir. Müslüman halk arasında ise “ıslahatçı” bir gurubun etkisi göze çarpmaktadır. Sahra altındaki Müslümanlar arasına Suudi Arabistan’ın desteklediği Selefi eğitim mantığı ile yeni nesil genç ve heyecanlı bir din adamı sınıfının Afrikalı Müslümanlar arasında yayıldığı görülmektedir. Keza İran, Afrika siyasetinde Şii insan kaynağı oluşturma politikası gütmektedir. Her iki görüşten uzak Türkiye’nin Afrikalı Müslümanlara nasıl bir şekilde yaklaşması gerektiği de etraflıca mütalaa edilmeye değer bir meseledir. Bununla birlikte Türk hükümetinin tüm heveslerine ve teşviklerine rağmen (elbette kendilerince haklı sebeplere de bağlı olarak) Türkiyeli dev şirketlerin hala aktif bir Afrika hedefinin bulunmaması dikkat çekicidir.