Irak’taki gelişmeler bitişik evdeki yangından farklı değil. Üstelik rüzgar da bizim aleyhimize esiyor, ateşi bize doğru sürüklüyor. Böylesi durumlarda hiç şüphesiz soğukkanlılığı muhafaza ederek öncelikle kendi evimizi kurtarmamız aklın emrettiği doğru ve isabetli yoldur. Hatta iki evin birden yanmasından ise bir evin ayakta kalması yangından çıkan komşuya da fayda verir.

Ancak bugün görünen o ki, komşudaki yangın kısmen bize de sıçramıştır. Bu durumda iki kat dikkat kesilmemiz ve hem zarardan kurtulmanın yollarını aramamız ve hem de yangın sonrası küllerden doğacak yeni yapıyı da hızlı bir şekilde tahayyül etmemiz gerekiyor. Hülasa bugün Türkiye Irak’ta sadece kendisini ilgilendiren kriz ile yetinerek yangından çıkamaz. Çok daha fazlası lazım. Bunun için elbette daha önce oluşturulmuş dosyalar ve bilgiler hızlı ama dikkatli bir şekilde gözden geçirilmeli. Kendi siyasetimizin artı ve eksileri açıklıkla masaya yatırılmalı. Yangının daha fazla yaklaştığı sırada her kafadan bir ses çıkacak, çığırtkanlar çoğalacak akıl verenler artacaktır. İşte başarılı olup olmadığımızı ölçmenin zamanı bu zamandır. Kendi işimize odaklanırken dışardan gelen seslerin hangisi doğru hangisi yanlış onu da ayırt edebilecek bir mekanizma oluşturmalıyız.

Türkiye’nin Irak Politikaları

Modern Irak’ı Türkiye kurmadı. Tam aksine Irak, Türkiye hesabına kurulan yapay bir devlet oldu. Ama ne hikmetse Irak’ın bütünlüğünü en çok savunan ülke yine Türkiye olmuştur. Hiç şüphesiz yapay bir şekilde bölgemizde oluşan sözde “ulus devletlerin” bir şekilde dağılmasının bize de yansıyacağı korkusu bu siyasetin belki de temelini oluşturuyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusuna karşı savaşan yegane Arap Lider olan Faysal b. Hüseyin (Irak kralı) ve oğulları ile en iyi ilişkiyi Türkiye kurdu. Onları Türkiye’de ağırladı. Geçmişe set çekilerek iyi komşuluk örnekleri verildi.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Irak için endişelenen ülke yine Türkiye oldu. Hatta savaş sonrasında bu kaygısından hareketle ve yanlış bir hesapla Irak ile Bağdat Paktı’nın kurulması için can atan ülke de Türkiye olmuştur. İran-Irak Savaşı boyunca her iki tarafa kırk ülke birden silah satarken, üstelik müttefikleri de Irak’ın yanında yer alırken Türkiye barışı önermekte, iki taraf karşısında tarafsızlığını korumaktaydı. Halepçe katliamından sonra dünyanın gözü önünde cereyan eden hadislere ağlayan yegane ülke Türkiye idi. Kapılarını sonuna kadar açtı ve Irak’tan Türkiye’ye iltica edenlerin doğuracakları zararı bile bile insanî katkıyı sağlayan ülke oldu. Kendi vatandaşına veremediği imkanları mültecilere sunan o günkü yönetimin dünyanın aymazlığı karşısındaki haykırışları hala canlıdır. Hatta Irak’ın kuruluşunda İngilizlere yakınlık gösteren ancak daha sonra merkezi hükümetle başı derde düşen Kürt liderlere Türkiye sahip çıktı. Onlara dünyada Türkiye Cumhuriyeti pasaportu ile dolaşma imkanı sağladı.

ABD ve Avrupa’nın Irak politikalarından çark ederek oluşturdukları çekiç güçten ve 32. paralelden olumsuz anlamda etkilenen ülke de Türkiye oldu. O tarihlerde açık pazar ekonomisini keşfeden ve dış dünyaya açılmaya başlayıp ihracata yönelen Türkiye’nin önünü kesen I ve II. Körfez Savaşları’nın doğurduğu sıkıntılar hala mevcuttur. Türkiye’nin bölgeye olan ihracatı tamamen dururken, ABD ve Avrupalı şirketler ambargoyu delmek için Ürdün’de adeta üs kurarak ticaretlerini sürdürdüler. 2003’te ABD’nin bütün dünyayı hatta Irak’ın diğer Müslüman komşularını ikna ettiği bir zamanda Türkiye, hem insani gerekçeler ve hem de geleneksel refleksleri ile Irak’a yapılacak askeri harekatın karşısında durdu. O tarihte Arap liderleri ile yapılan temaslardan bir sonuç alınamadı ama meclis ilkeli duruşunu 1 Mart tezkeresi ile bir kere daha göstererek, ABD’ye Türkiye üzerinden bir cephe açmasına izin vermedi.  Bunun bedelini de Türkiye ağır bir şekilde ödedi.

Türkiye Bugün Nerede Durmaktadır?

NATO’nun da iştiraki ile uçuşa yasak bölgeler bile oluşabilecektir ve oluşmalıdır da. Nitekim bugün bile taraflara sunulan bu destek sahada açıkça görülmektedir. Bütün mesele Türkiye’nin bu denge oyununda nerede yer alacağıdır?

Irak fiilen bölünmüştür. Kuzey’de Kürdistan Devleti sadece bağımsızlık törenini yapmamıştır. Güney’de zaten ortaçağlardan beri var olan Şii geleneksel idaresi Necef ve Kerbela’da yaşayan müçtehitlerin yeni fetvalarıyla İran ile irtibatı kumuştur. Belki de yakın gelecekte, İran himayesinde, tarihte ilk defa bir mezhep adı ile anılabilecek bir devlete (Şii Irak Devleti) doğru gitmektedirler. Zaten burada yaşayan halk, fiilen Irak Devleti’nin vatandaşı ise de esasında taklit ettikleri Şii müçtehitlerin tebaalarıdır. Onlara itikatlarının mecbur kıldığı humusu (kazançlarının 1/5ini) öderken, vatandaşlıklarından dolayı da Irak Devleti’ne karşı sorumluluklarını zorunlu olarak yerine getirmektedirler. Aslında bu ikilem Şiiler için bir zulümdür. Bu yüzden belki de ilk defa Maliki yönetimi ile -başkasının hesabına- bu ikilemden kurtulabilecekleri zehabına kapılmışlardır.

Türkiye’yi birinci derecede ilgilendiren Musul, Anbar ve Tikrit’te ise şimdi Bağdat’ı tehdit edebilecek potansiyele sahip yeni bir güç ortaya çıkmıştır. (Biz IŞİD terör örgütü desek de çoktan diğer partnerlerimiz onun Irak-Şam İslam Devleti veya sadece “İslam Devleti” adını benimsemişlerdir. Türkiye ile kan bağı olan Türkmenlerin konumu ise belirsizliğini korurken, Kerkük Barzani ve Talabani arasında geleceğin münazaalı konuları arasında yerini almıştır.

Bu manzara karşısında Türkiye’nin geleneksel politikalarını masaya yatırması zarureti doğmuştur. Bunun yapılmadığını söylemek büyük bir haksızlık olur. Ancak meseleyi sınırlı ve bugün için hayati önem taşıyan konu(lar) üzerinde yoğunlaşıp kapalı kapılar ardında sürdürmek yeterli olmayacaktır. Türkiye’nin zihin dünyasında mevcut olan Irak algısı yeniden tartışılmalı ve yeni gelişmeler topyekûn Türkiye’nin inanacağı ve karar verebileceği siyaset(ler) ile karşılanmalıdır.

Türkiye kendi Kürt meselesinde yakaladığı açılımı Irak konusunda da sürdürebilecek midir? Barzani bir devlet başkanı gibi hareket ediyor. Bu konuda Türkiye’nin her ne kadar tavrı net görülse de fiili durum karşısında ne yapacaktır? Kürdistan Devleti’ni ilan etmeye hazırlanan Barzani hangi rejimi planlamaktadır. Aşiret geleneklerinden gücünü alan üstü örtülü bir krallık mı, demokratik bir Cumhuriyet mi? Bu durumda bütün Kürtler onun etrafında birleşecekler midir? Her ne kadar başkanlığını iki yıl daha uzatan izni yerel parlamentodan almış ise de gerek kendi tabanı arasında ve gerekse Talabani taraftarları ve daha bir çok Kürt guruplar tarafından itirazlar yükselmektedir. Türkiye yangın yerindeki bu sesleri net bir şekilde duymakta mıdır?

Maliki ile en azından enerji nakli meselesi açısından önemli bir uzlaşma sağlayan Türkiye bu durumu gelecekte nasıl idare edecektir? Zira bu konuda Barzani veya diğer Kürt liderler ile yeniden masaya oturmak gerekecektir. Türkiye’nin “Irak’ta çekişen  tarafların üstünde bir nüfuzunun olmadığını” kabul edelim, bunun böyle sürdürülmesi ne kadar isabetli olacaktır? 1920’lerde Modern Irak suni bir şekilde yaratılırken o tarihlerde bile sahadan çekilmekte olan Osmanlı Devleti veya İttihatçılar, kurdukları ilişkiler ile kendilerinden olan Nuri Said Paşa ve daha pek çok kişiyi yönetimin kilit noktalarına yerleştirebilmişlerdir. Bu örneğin ne kadar başarılı olduğu tartışmalıdır, ancak zannımızca Türkiye’nin bugünkü imkan ve şartları bundan daha ilerdedir ve oluşacak Yeni Irak’ın siyasi coğrafyasının oluşmasında etkili olabilecek güçtedir. Bugün Irak’ta yaşanan savaşın sınır çizme savaşı olduğunu anlamak gerekmektedir. Eğer Türkiye başta olmak üzere çevre ülkeler meseleye daha duyarlı yaklaşabilirler ise bu sınırların çizimi gurupların sadece nüfuz sahalarının tespiti ve kaynakların paylaşımı ile sınırlı kalabilir. Ancak kendi haline terkedilirse Irak uzun yıllar iç savaşlar ile boğuşmak zorunda kalacaktır.

Hiçbir tarafın diğerini alt edemeyeceği ve şehirlerin sık sık el değiştireceği bu savaş, başta Irak halkına ama aynı zamanda komşularına da büyük zarar verecektir. Bu durumda müdahil olan ülkeler (ABD, Rusya, S. Arabistan, İran) hiç şüphesiz bölge petrolünün sorunsuz bir şekilde pazarlanması için taraflara çatışmayı dengede sürdürebilecekleri yeterlilikte bir destek vereceklerdir. Hatta NATO’nun da iştiraki ile uçuşa yasak bölgeler bile oluşabilecektir ve oluşmalıdır da. Nitekim bugün bile taraflara sunulan bu destek sahada açıkça görülmektedir. Bütün mesele Türkiye’nin bu denge oyununda nerede yer alacağıdır?