Tubruk’taki Libya parlamentosunun tayin ettiği Abdullah el-Sini hükümetinin bazı bakanları ve Halife Haftar’ın liderlik ettiği “Onur Operasyonu” güçlerine mensup bazı yetkililer 13 Ekim’de Libya halkına, “Haricilere karşı silahlanarak mücadele etme” çağrısında bulundu. Abdullah el-Sini, her ne kadar bu çağrının hükümetin görüşünü yansıtmadığını söylese de aynı sert üslubu kullanarak, kanun dışı terörist gruplarla müzakerenin mümkün olmadığını, silahtan başka çare kalmadığını ifade etti.
Geçtiğimiz ay, “Onur Operasyonu” güçleri yeni aldığı silahların görüntülerini basınla paylaşmış ve “teröristler” karşısında 130 bin mensubu bulunan “Libya Ordusu’nun” galip geleceğini duyurmuşlardı. Aynı zamanda gerek Halife Haftar gerek Tubruk parlamentosunun tayin ettiği Genel Kurmay Başkanı Abdurrezzak el-Nazuri “terörist haricilere” karşı son derece donanımlı olduklarını ve onları Libya’dan söküp atacağını söylemişti. Bu durumda “Onur operasyonu” güçlerinin neden halkı silahlanarak “terörist” ilan ettiği tarafa karşı savaşa çağırdıkları sorusu gündeme geliyor. Madem öyle; 130 bin askeri ve son teknoloji silahlarıyla savaşa hazır olan “Libya Ordusu” aylardır “teröristler” karşısında neden hiçbir ilerleme kaydedemedi ve sonunda halkı ev ev, sokak sokak “teröristlere” karşı savaşmaya çağırdı?
“Onur operasyonu” güçlerinin “terörist” olarak niteledikleri “Libya Devrimcileri Şura Meclisi” en az onlar kadar, kendilerine siyasi meşruiyet atıf edecek argümana sahiptirler. Her ne kadar içlerinde selefi/cihadcı formasyona sahip birlikler bulunsa da, “Onur operasyonu” güçlerinin Müslüman Kardeşler’den şiddet yanlısı İslami gruplara kadar bütün “İslamcıları” aynı kefeye koyduğunu düşünürsek, değerlendirmelerinde sağlıklı veriler yerine kendi karşılarındaki herkesi marjinalleştirme çabası içinde olduklarını görebiliriz. Bunun yanında silahlanarak “teröristlere” karşı savaşacak halk kimin bu gruba mensup olduğunu, kimin olmadığını neye göre ayırt edecek? Hadi bu basirete sahip olduklarını düşünelim, mahkeme olmadan verilen hangi hüküm meşruiyet taşımaktadır? Eğer halktan destek isteniyorsa bunu yolu bellidir; askere kayıt büroları açılır, kayıt yaptıran gönüllüler kendi saflarında savaşır.
ABD ve dört müttefiki yaptığı açıklamayla, bu silahlanma çağrısını müteakip Libya’da sorunun askeri yollardan çözülmesinin mümkün olmadığını duyurdu. Ancak basın önünde yapılan bu çağrıların sahada karşılığı görülmedi. Tarafları müzakere masasında bir araya getirmek isteyen BM Libya Özel Temsilcisi Bernardo Leon öncülüğünde Libya’nın güney batısında yer alan Gadamis’de bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıya ne Trablus’tan “Libya Şafağı’nı” ne de Bingazi’den “Bingazi Devrimcileri Şura Meclisi’ni” temsil eden kimse çağrılmadı. Sorunun muhatabı olan tarafların bir araya getirilmesi yerine, sahada savaşanlar müzakere masasının dışına itildi, sadece Tubruk parlamentosunu protesto eden vekiller çağırıldı. Bu durum “Libya Şafağı” ve müttefikleri tarafından “Onur Operasyonu” karşısındaki bloğu kırma girişimi olarak algılandı. Ayrıca Libya’ya bir ziyaret gerçekleştiren BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon Trablus’taki yetkililerle görüşmedi.
Bu da yetmezmiş gibi Batılı yetkililer Libya’da IŞİD tehlikesinden söz etmeye başladılar. Leon, Libya’da tarafların bir an önce siyasi çözüm için masaya oturmaması durumunda IŞİD’in Libya’da güç kazanabileceğini söyledi. IŞİD ve El-Kaide’nin görüşme içerisinde olduğunu, Suriye ve Irak’ta savaşan IŞİD ve el-Kaide unsurlarının Libya’ya geri dönmeye başladığını ve ülkede siyasi çözüme engel olmak istediğini öne sürdü. Elbette ülkede “Onur Operasyonu” güçlerinin, rakiplerini IŞİD ve el-Kaide ile özdeşleştirdiği propaganda, bunların ise Müslüman Kardeşler tarafından finanse edildiği şeklindeki karalama kampanyasını dikkate alırsak, aslında Müslüman Kardeşlerin varlığı IŞİD ile özleştirilmiş oluyor. Dahası Türkiye Müslüman Kardeşler ile yani IŞİD ile özleştirilmek isteniyor. Suriye ve Irak’taki senaryo Libya’da devreye sokulmak isteniyor.
Yani sahada başarısız olan, halka silahlanın çağrısı yaparak iç savaş başlatma girişiminde bulunan, hukuki olarak meşruiyeti tartışmalı olan parlamentonun görevlendirdiği bir hükümet ile görüşen uluslararası güçler, “illegal” ve görev süresi bitmiş Milli Genel Kongre ve onun tayin ettiği hükümetle görüşmeyerek uluslararası hukuka uymuş oldular! Libya’daki sorunun çözümüne katkı sunmuş oldular! Türkiye ise bütün tarafların olduğu bir çözüm masası olması gerektiğini savunduğu, hiçbir tarafa silah ve para yapmadan doğru olanı söylediği için haksız duruma düştü!
Mısır ve ve Abdullah Sini hükümeti arasındaki gidiş gelişler artarken, Mısır harp akademilerinde yüzlerce Libyalı subay (onur operasyonu yanlısı) eğitim görürken, Mısır polisi Libya polisine (onur operasyonu yanlısı) eğitim verirken hatta Mısır uçakları “Libya Şafağı” mevzilerini bombalarken sorun olmadı. Mısır’ın ev sahipliği yaptığı Kaddafi’nin amcaoğlu Ahmed Kaddaf el-Dem başta olmak üzere eski rejimin öne çıkan adamları Libya konusunda söz sahibi olmaya başladı, sorun olmadı. Hatta, Kaddafi rejimine bağlı taraflardan yapılan açıklamalarda kendilerini destekleyen kabilelerin en küçüğünün otuz binden fazla müntesibi olduğu, Kardeşlerin ise en fazla beş, altı bin kadar dışarıdan destekli kişi olduğu iddia edilerek, onların Libya’dan atılması durumunda sorunların çözüleceği öne sürüldü, sorun olmadı. Mısırlı subayların Libya’da faaliyet yürüttüğü yönünde haberler Beşir el-Kebti gibi önemli isimler tarafından dillendirildi, sorun olmadı. Ancak, Cumhurbaşkanı ve Hükümet Özel Temsilcisi sıfatıyla Libya’ya giden Ak Parti Ankara Milletvekili Emrullah İşler, Trablus’ta sorunun muhatabı olan Milli Genel Kongre Başkanı ve Başbakan Ömer el-Hasi ile görüşünce sorun edilmek istendi. Emrullah İşler’in daha sonra Tubruk’a giderek diğer tarafla da görüştüğünü belirtmekte yarar var.
Yani görünüşe göre, Uluslararası güçler Libya’da çözüm yönünde adım atmıyor, sahada yenik düşen “Onur operasyonu” güçlerinin desteklenmesi vazifesi Mısır’a, Mısır’ın finansal desteği Suudi Arabistan’a verilmiş.
Son olarak önemli olduğunu düşündüğüm bir haberi paylaşmak istiyorum;
“Libya’nın doğusundaki Derne kentinde Ceyş el-İslam adlı grup 6 Haziran akşamı şehir meydanında Akşam namazı arkasından toplanan halka seslenerek, IŞİD Halifesi Ebu Bekir el- Bağdadi’ye biat ettiğini duyurdu. Basına yansıyan bilgilere göre IŞİD’e biat edildiğini duyuran kişi Suudi Arabistan uyruklu… Ceyş el-İslam’ın kent içinde kendi mahkemelerini kurduğu, kendi polis teşkilatını oluşturduğu Derne’de ufak bir İslam devleti kurmak yönünde çalışma yürüttüğü edinilen bilgiler arasında…”