Bugün halkların memnuniyeti, çağımız devletlerinin çevre istikrarına bağlı olmakla birlikte pek çok yan unsurlara da bağlıdır. Araştırma merkezlerinin devletlerin beka ve başarısını güvence altına alacak rekabetçi yenilikleri araştırmaya sevk eden olgun yeni bakışlar ve nitelik yaratma çabaları memnuniyet oluşturmada öncül rol oynamaktadırlar. Halkların inanç ve kanaatleri, otorite anlayışı ve uygulamasına, tasavvurlarımızın üstünde devletlerimizin geleceği için ortaya koyduğumuz öngörülere temel etkiyi yapar. Dolayısıyla Ortadoğu ülkelerinde hüküm süren ideolojilerin tesisinin araştırılması yalnız hukuki bakış açısıyla ya da itikadi bakışla yapılan araştırmalar ile yeterli olmayıp, aynı zamanda kültürel değerler, ekonomik durum, siyasi ve sosyal tarih ile de doğrudan ilintilidir. Ancak bunun aksine benzeri konular çoğunlukla itikadi yönlerden ve hukuki ibareler ile tartışılır ve ifade edilir. Oysa halkların inanç ve kanaatleri bir değişim vesilesi olduğu gibi aynı zamanda fikirleri başkalarına ulaştıran ve onların ikna olmasını sağlayan araçlardandır.
Herhangi bir yönetim sisteminin başarılı olmasında en önemli temel etken araçların ve yönetim gayelerinin uyumluluğuna bağlıdır. Böyle sistemlerde anayasanın ulviliği ya da üstünlüğü yönetim sisteminde doğru yere konulması gereken bir realitedir. Buna ilave olarak, anayasadan daha yüksekte bir de otorite vardır. Anayasa gücünü ve yürütme fonksiyonunu bu otoriteden alır.
Anayasanın otoritelere kaynak olma hakkı yoktur, o sadece devlet için tesis edilen otoritelerin düzenleyicisi ve devlet için tesis edilen üç erkin birbirinden ayrılmasının güvencesidir, söz konusu otoritelerin vazifesi değildir, iddiasında bulunursak; anayasanın üstünde bir otorite olduğu argümanına daha kolay ulaşabiliriz. Bu, anayasayı tesis eden “otorite” ya da hukukçular arasında bilinen “zorlayıcı güç” veya “temel kural/teamül” olarak bilinen olgudur. Bu güç anayasanın üstündedir, otoritenin uygulama ve tatbikine yetki ve meşruiyet verir. Bu güç anayasanın üstündedir, çünkü anayasayı yapan odur; anayasaya boyun eğen değildir. Dolayısıyla anayasa da gücünü ve uygulanma gücünü ondan alır.
Bu nedenle otoritenin meşruiyeti, yetkisi ya da vekalet alması yaygın olduğu şekliyle sadece seçimlerden gelmez. Uygulayıcının işindeki başarı etkeni, temel olarak anayasa tarafından yapılan seviye düzenlemeleri ile ilişkilidir. Bu seviye üç erkin uygulanma biçimi değildir. Bu seviye, anayasada ifade edilen özgürlükler ve haklar kapsamına girer. Bunlar da otoritenin seçilmesi ve yetki ve meşruiyet alması ve yönetebilmesi için temel teşkil eden baskı grupları veya lobilerdir.
Dolayısıyla, batı demokrasileri pragmatik nedenlerden dolayı, uluslararası hukukun genel ilkelerinin uygulaması çağrısında bulunurlar. Zira bölgesel veya ulusal düzeyde ortaya çıkan uluslararası meseleleri ele alacak gelişmiş bir yerel hukuki siteme sahip olmadığı esasından hareket ederek, uluslararası hukukun uygulanması çağrısı yapmaktadırlar. Ortak ittifak ve anlaşmaların yürürlüğü süresi içinde yerel kanunların da değiştirilmesinin mümkün olduğunu esas alarak iddialarını sürdürürler.
Bu durumdan hareketle bu günün Türkiye’sinin geleceğine en büyük meydan okumaların yatırımcı batı sermayesinin Türk ekonomisine giriş ve çıkışının olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye ekonomisi ve coğrafyası geçtiğimiz yüz yıl boyunca net bir şekilde batı sermayesi tarafından güvence altına alınmıştı, komünist, doğu ve farklı bölgesel meydan okumalara karşı dik duruşuna yardımcı olmuştu.
Türkiye’nin geleceğinin karşılaşacağı zor meydan okumalardan biri batı sermayesinin ülkeden çıkması; yerine de kolayca giren ve girdiği yerden hızla çıkan “kaygan sabun” Körfez sermayesinin gelmesidir. Bu gün Doğu Arap devletlerine ve feci akıbetlerine baktığımızda, -herhangi bir nedenle çöken bir devletin- tek bir şeyden; doğrudan batı yatırımından yoksun olduğunu görürüz. Irak, Suriye, Yemen ve Libya gibi. Bu devletler farklı nedenlerden dolayı söz konusu yatırımları kovdular ve dünya pazarlarından uzak kaldılar. Mısır ve Tunus gibi söz konusu yatırımların bir kısmının kaldığı devletler ise maddi olarak etkilenmeden ziyade yalnız siyasi sitemleri değişti. Batı yatırımlarının esas olduğu diğer ülkeler ise sağlam kaldılar. Körfez ülkeleri, Fas ve Ürdün gibi ülkeler buna en güzel örnektir. Diğer ülkelerin başına gelen yıkım ve sorunlar onların başına gelmemiştir.
Modern devletin istikrar kriterlerinin, finans kaynaklarını idare etmede sahip olduğu nitelikler ve sunduğu güven gibi yeni kriterlere tabi olacağında kuşku yoktur. Zira genel olarak artık devletler birbirine benzer hale gelmektedir. Ayrıca yeni fikirlere ve olgun bir yönetime ulaşma konusunda rekabetin artmasına inanan toplumların büyük bir kesimi bunu önemseyecektir. Bunun yanında kültürel değerler, ekonomik durum, siyasi ve sosyal tarih ve bu konudaki tartışmalar meşru üslup ve hukuki ifadelerin kullanıldığı bir metot olacaktır. Anayasaya ve kanunlara ait prensipler ki, bunlar doğal olarak ulusal prensiplerdir, bugünün devletine iki görev yükler: Siyaset görevi, yönetme görevi. Otoritenin uygulamalarının düzenlenmesi, önceden devlet nazariyesine sahip olan anayasa teorilerinin çalışmasını gerektirmektedir. Başka bir ifadeyle günümüzde, -mesela- doğal kaynaklar üzerindeki daimi egemenlik anlayışı, kendi kaderini tayin etme ve ekonomik kaderi belirleme ilkelerini ifade eden insan hakları sözleşmesine göre daha düşük bir seviyededir. Bu örnek bölgemize uygulandığında geleceğin hangi şartlarda tartışılacağına dair bir kapı aralayacağında kuşku yoktur.
Tercüme: Recep Doğru