Seçimler sonrası ABD’nin yeni Ortadoğu politikaları nasıl olacak, Biden nasıl bir pozisyon alacak, Trump’ın ektiğini biçecek mi, yoksa Obama dönemindeki sarsak politikalara mı dönecek? minvalindeki sorular bitmedi. Hala da arkası geliyor. Aslında Biden şaşırtmadı. Trump’ın asrın planı/barışı diye ortaya attığı evanjelik projesini -şimdilik- sümen altı etse bile ABD’nin Ortadoğu politikalarını yine İsrail’i merkeze alarak okuyacağını ilan etti. Dahası Trump’ın cesaretlendirmesiyle bölgede İsrail ile başlatılan normalleşme politikalarına desteğinin devam edeceğinin de işaretlerini verdi.

Asıl mesele Ortadoğu politikalarında Körfez’in nasıl bir yer alacağıydı. Seçim süresi boyunca Trump’ı tenkit eden Biden’ın Suudi Arabistan (SA) ile mesafeli olacağı, Yemen savaşını da durduracağı intibaını vererek bölgede bir beklenti yarattı. Hatta İran’ın kısmen de olsa umutlarını yeşertti. Üstüne üstlük bir de daha önce tamamlanmış ve gayr-i resmi olarak içeriği bilinen CIA raporunu da yayımlatıp Cemal Kaşıkçı cinayetinde Suudi Arabistan veliahdı Muhammed b. Selman’a (MBS) işaret etti. Bu hareketiyle de SA ile olan ilişkilerin seyrinin değişeceği intibaını verdi. Ama fazla vakit geçirmeden rapora rağmen SA ile olan ilişkilerin eskisi gibi sürdürüleceğini resmi temsilcileri ağzından açıklayarak sürpriz bekleyenlere “Batı yakasında değişen bir şey yok” dedirtti.

Peki bunca demokrasi, insan hakları nutukları, basın özgürlüğü naraları ve güçlü Amerika sloganlarına ne oldu? Kaşıkçı’nın fikirleri demokrasiye uymuyor muydu, o bir insan değil miydi, gazeteciler için talep edilen kalem özgürlüğünü hak etmiyor muydu? Yoksa CIA raporunda işaret edilen Muhamed b. Selman, Biden’i da mı ele geçirdi? Bu ironik sorular sorulmaya devam ederken, aslında ABD’nin Ortadoğu/Körfez politikalarının herhangi bir olay, bir cinayet hatta topyekûn bir ülkenin yok olmasıyla bile değişmeyeceği gerçeği açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Eğer bir cinayet, ABD politikalarını değiştirecek olsaydı; Suriye’de on binlerce çocuk ve sivilin hayatı, Yemen’de yüzbinlerce masumun ölümle pençeleşmesi mümkün olur muydu? ABD bölge politikalarının değişmesi demek, Suriye’ye barışın gelmesi; Yemen’de savaşın durması demek değil midir? Bu yüzden hayal kuranlara bir kere daha hatırlatalım. ABD’nin politikası değişmeyecektir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin bu konuda geliştirdiği basit bir formülü vardır. İsrail’in güvenliği, bölgede katı yakıt (şimdi de sıvı yakıt) arzının güvenli bir şekilde Batı pazarlarına ulaşması. Buna bir de silah baronlarının geliştirdikleri her yeni silah ve savaş teknolojilerine pazar hazırlamayı eklemek yerinde olacaktır.

U.S. Vice President Joe Biden, left, offers his condolences to Saudi Interior Minister Prince Nayef bin Abdul-Aziz Al Saud, upon the death of Saudi Crown Prince Sultan bin Abdul-Aziz Al Saud at Riyadh Airbase in Riyadh, Saudi Arabia, Thursday, Oct. 27, 2011. Prince Sultan died Saturday undergoing treatment for an illness in New York. (AP Photo/Hassan Ammar)

ABD Politikaları Realist ve Makyavelist

Bu bağlamda meseleye mağdurların cephesinden bakarak duygusal yaklaşsak da işin gerçeği, ABD siyasetinin realist ve aynı zamanda makyavelist olmasıdır. Bu yüzden bölgede ütopyacıların her seçim döneminde umutları yeşerir, akabinde de sukut-i hayale uğrar. Aslında Biden-SA ilişkilerinde yaşanan durum tam da budur. Seçim söylemleri bir yana Beyaz Saray’a geçtikten sonra muhatabının veliaht değil, Kral Selman olduğunu açıklayan Biden, kısa süreliğine bir umut dağıtmıştır. Dünya basınında manşetlerin, saygın köşe yazarlarının yazı başlıklarını belirleyen bu yaklaşım, SA veliahdı Muhammed b. Selman’ın sonu mu geldi? sorusunu sordurmuştur.

Oysa Biden’in muhatap olarak Kral Selman’ı ilan etmesi kendi tercihinden ziyade reel-politik bir davranıştı. CIA raporunu ilan ederek veliahda göz dağı vermesi de kadim ABD politikasını temsil ediyordu: Realist ve makyavelist.

Aslında kabile tarihlerini, şeyhlikleri ve emirlikler ile bunlardan doğan modern devletleri bilenler veliahdın ne anlama geldiğini de bilirler. Burada Biden’ın tarih danışmanlarının iyi iş çıkardıkları ve onu doğru bilgilendirdikleri anlaşılmaktadır. O kadar ki 2003 Irak işgalinden itibaren art arda yapılan hatalarda, ABD bölge gerçeklerini bilmiyor, veya bilenleri dinlemiyor hükmünü değiştirecek kadar gerçekçi bilgilendirildiği anlaşılmaktadır.

Veliahtlar Güçlerini Nereden Alır?

Bütün Körfez Devletlerinin dayandığı kabile kültüründe daima son söz şeyh/emir (kral) indir. Tartışmasız kabul edilir. O emirleri infaz etmek, yerine getirmek de şeyhin/emrin yetkilendirdiği oğluna düşmektedir. Oğlu ne kadar küçük ve tecrübesiz olursa olsun babasına gösterilen saygıyı görür ve itaat edilir. O da babasının emirlerini harfiyen uygular, zaman zaman da kendi bağımsız karalarını verir. Bağımsız kararlar alması bir başkaldırı değildir. Müsamaha ile karşılanır, hem yönettikleri topluluk hem de babası tarafından hoş görülür. Ancak aile içi husumet, kıskançlık veya onun yerinde olmak isteyen diğer kardeşler, çeşitli yollarla ve dolaylı olarak itirazda bulunur. Bu durumda baba tercihini, belli belirsiz birinin tarafında kullanır ve o ondan sonra babasının yerine söz sahibi olur. Tabi bu durum uzun yıllar süren çekişmelere hatta cinayetlere sebep olur. Bu yüzden babalar tercihlerini en güçlü oldukları dönemde yaparak veliahdına karşı gelecekteki muhtemel muhalefeti görüp tedbirler alırlar. Tıpkı Kral Selman’ın tahta geçmesinden sonra yaptığı gibi. Aslında bu tercih aynı zamanda yaşlanacak ve iş göremeyecek emir/kralın ölümüne kadar iktidarda kalmasının da bir garantisidir. Genellikle şeylik/emirlik sisteminde iktidarın transferini belirleyen bir kural yoktur. Her zaman primus inter pares (eşitler arasında birinci) durumunda olan veya kendini böyle hisseden harekete geçerek iktidarı alabilir. Suudi hanedanı da bunun pek çok örneklerine sahiptir. Hanedanlık Kral Abdülaziz’den sonra bile bu sorunla yüzleşmiş ve neticede aile içinde veliahdı belirlemek için bir istişare heyeti oluşturulmuştur. Ancak MBS’nin veliaht atanmasına giden sürece bakıldığında yapılanlar bu heyetin devre dışı bırakılabileceğini göstermiştir. Hatta o süreçte yazdığım bir yazıda Âl-i Suud yerine Âl-i Selman hanedanına geçiş mi yapılıyor sorusunu sorup cevaplar aramıştım.

Genellikle kabilevî toplum yapısına dayanan yönetimlerde Kral Selman örneğinde olduğu gibi yaşlı emirler bizzat iş yapmakta zorlandıkları, sağlık sorunları olduğu dönemde işlerini veliaht aracılığıyla yürütürler. Onlar ile işbirliği içinde olan, müttefik veya hasımlar da bu durumu normal kabul edip işaret edilen veliahdın bütün tasarruflarını babanın tasarrufu olarak kabul ederler. Nitekim modern dönemde egemenliğin aidiyetini gösteren sembollerden biri olan kralın resminin resmi dairelere asılması hadisesinde de bu gelenek açıkça görülür. Egemenlik ve iktidarın sembolizmi olarak kabul edebileceğimiz devletin kurucusunun resmini asmak bütün rejimlerde görülmektedir. Bazılarında kurucu lider ile birlikte yaşayan liderlerin de resmi asılarak bir noktada kurumsal biat gösterilir. Suudi Arabistan’da ise bu sembolizm üçlü resim ile temsil edilir. Kurucu Kral Abdülaziz, mevcut kral ve veliahdı. SA’nın bütün devlet dairelerinde ve hemen her yerde bu üçlü kolajı görmek mümkündür. Bununla iktidarın kimden miras alınıp kime devredileceği gösterilip adeta insanların beynine kazınır. Bu durum MBS’nın veliaht seçilmesine giden süreçte ve daha sonrasında o kadar ustalıkla kullanılmıştır ki bütün Suudiler ve aslında bölge ile ilgilenen hemen herkes ülkenin ön yüzü olarak kralı değil, MBS’yi tanımışlardır. Belki dünyanın çeşitli yerlerinde, sokaklarda fotoğraflar gösterilip SA’nın kralı kimdir diye sorulsa, MBS’nin büyük bir farkla öne çıkacağı kesindir.

Aslında bunda şaşırtıcı bir durum yoktur. Sadece Kral Selman ve oğlu bu geleneği, çağın araçlarını, sosyal medyayı çok iyi kullanarak, büyük yatırımlar yaparak, hatta kimi sosyal medya kuruluşlarına sızarak sürdürmüş olmalarıdır. Dünya, Körfez emirliklerinde ve devletlerinde veliahdın rolünü ilk defa bu kadar etkin bir şekilde anlamıştır denilse yeridir. Başka bir ifade ile Selman bu geleneklerini kendi sınırlarında çıkarıp dünyaya tanıtmıştır. Tabi bunun, MBS’nin Kral Selman’ın eski görevi olan Savunma Bakanlığı’na getirilmesi ve bir kahraman yaratmak için Yemen Savaşı’nın başlatılması gibi büyük maliyetleri olmuştur. Kaşıkcı cinayeti de cabasıdır. Ama sonuçta MBS’nin veliaht ve geleceğin SA kralı olarak hem Suudi Arabistan’da ve hem de dünyada meşruiyeti büyük ölçüde tescil edilmiştir. Konuyu bitirmeden bir iki tarihi örneği de hatırlatalım. Belki böylece ABD politikalarının iz düşümünü de tarihte görmek mümkün olur.

Tarih Ne Diyor?

Suudi hanedanının kurucusu Muhammed b. Suud daha hayatta iken oğlu Abdülaziz Vehhabi öğretisini yaymak ve çevre kabileler üzerine gazveler/askeri harekatlar düzenlemek işini yürütüyordu. Aynı şekilde o hayatta iken oğlu Suud da emirlik adına işleri takip ediyor hatta anlaşmalar yapıyordu. Bu yüzden her ikisi de hanedanın gerçek kurucuları olarak görülürler. Çevredeki diğer şeyhlikler gibi Osmanlı Devleti’nin bölgedeki temsilcileri de onları muhatap almıştı. Söz gelimi 1799’da Bağdat Valisi Ali Paşa ile o sırada veliaht konumunda olan Suud b. Abdülaziz arasında altı yıllık bir saldırmazlık anlaşması yapılmıştır.

Hanedanın en önemli isimlerinden olan ve Osmanlı Devleti adına Riyad kaymakamlığı yapan Faysal b. Türki yaşlılığında idari işleri oğlu Abdullah aracılığıyla yürütmekteydi. Osmanlı Valileri de onu Faysal’ın varisi olarak görürken; İngilizler kardeşi Suud üzerinde oynamaktaydılar. Nitekim babasının ölümü üzerine Abdullah İngiliz destekli Suud karşısında zorda kalınca Bağdat Valisi Midhat Paşa’nın yardımını alacaktır. Bugünkü Suudi Arabistan’ın kurucusu olan Abdülaziz b. Abdurrahman daha babasının hayatında parlamıştı. Ailesi ile birlikte sürgünde oldukları Kuveyt’te, erken yaşlarından itibaren aile işlerini üstlenmiş, babası adına Riyad’a bir sefer düzenleyerek, eski yurtlarını İbn Reşid’in elinden almıştı. Osmanlı Devleti geleneğe uyarak 1900lerde ailenin başı olan babası Abdurrahman’ı Riyad kaymakamı olarak atadı. Fakat işleri atadığı kaymakam ile değil, vekili durumunda olan oğlu Abdülaziz ile yürüttü. Nitekim Osmanlı Devleti negatif tasarrufları ve devletin himayesinde olan İbn Reşid’i öldürmesine rağmen, Kasîm bölgesindeki Osmanlı askerlerinin himaye ve daha sonra tahliyesini Abdülaziz ile işbirliği yaparak gerçekleştirdi. Baba Abdurrahman Riyad kaymakamı unvanını taşırken devlet, Ahsa bölgesini işgal eden Abdülaziz b. Abdurrahman ile anlaşarak onu 1914 yılında Ahsa Valiliği’ne yani babasından daha üstün bir göreve getirmiştir. Aslında bu örnekler Suudi hanedanı ve Osmanlı Devlet’inin uygulamaları ile sınırlı değildir. Diğer Körfez emirliklerinde mebzul bir şekilde bulunmaktadır. İngiltere de baba Abdurrahman (ölümü 1928) hayatta iken Abdülaziz ile 1915 yılında gizli bir anlaşma yaparak onu Büyük Savaşta tarafsız bırakarak, bugünkü Suudi Arabistan’ın kuruluşunun yolunu açmıştır.

Sonuç olarak Biden’in danışmanlarının iyi bir Körfez okuması yaptıkları anlaşılmaktadır. Bir tarafta Kral Selman’ı Biden’in muhatabı gösterip siyasetlerinin uluslararası meşruiyetini sağlarken; diğer taraftan da CIA raporunun işaret ettiği MBS’yi cezalandırmak yerine reel-politik gerekçeler ile geleceğin kralı sıfatıyla baskı altına almışlardır. Aba altında sopa gösterilerek özellikle MBS’nin hevesli olduğu Putin’in de bunu fırsata dönüştürerek son zamanlarda gelişen Rusya-Suudi Arabistan ilişkilerini yavaşlatmıştır. Hülasa ABD bir taşla iki kuş avlamıştır. Muhtemel ilk yakın sonuçları da Suudi-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi yolunda MBS’nin oynayacağı rolden alınacaktır.