Irak’ta son altı aydır yaşanan olaylar gerekli ilgiyi görmemiş ve genellikle bölgede 2003’ten beri var olan çekişmelerin uzantısı olarak değerlendirilerek hafife alınmıştı. Hatta Maliki’ye terörle savaşması konusunda ciddi destek sağlandı. Ama o bu imkanı Nisan ayında yapılan seçimi kazanmak için kullandı. Oysa 5 Haziran’dan itibaren Irak’ta bir daha geri dönülmeyecek bir yola girildi. Esasında sanal bir örgüt olan IŞİD, Suriye’dekinin aksine bir siyasetle adeta Maliki yönetiminden rahatsız olanları kendi bayrağı altında toplayarak, önce Musul’u işgal etti, ardından da Bağdat’a  doğru ilerlemeye başladı. Bununla yetinmeyen örgüt, “Hilafet Devleti” ilan ederek bir adım daha attı. Her ne kadar Sünni Alimler Birliği reddetse de bu yeni yapının başı olan ve bugüne kadar hiç ortada görülmeyen Ebu Bekr el-Bağdadî (İbrahim es-Samerraî el Haşimî) geçen Cuma günü Musul’da bir camide hutbe okuyarak (kendisinin olup olmadığı şüpheli) bir noktada kalıcı olma niyetini ortaya koydu. Uyguladığı yöntemler, sebep olduğu olaylar ancak terör ile açıklanacak olsa da bu hareketin 2003’ten beri Irak’ta yaşanan diğer olaylardan farklı algılanmadığı anlaşılmaktadır. Oysa bu yeni durum Irak’ta geçmişte yaşananlardan hayli farklı bir gelişmedir ve bir dizi senaryoları akla getirmektedir.

Diğer taraftan bugün gelinen noktadan geri dönülemeyeceği de ortadadır. Irak, artık eski Irak olarak kalamayacaktır. Dolayısıyla olaylarla nasıl baş edileceği üzerinde yoğunlaşmalı, sadece olanların arkasında kimin olduğunu araştırmakla yetinilmemelidir. Olayları teskin edecek, Irak’ta yeni bir modeli hayata geçirecek bir çalışma sistemi bulunmalı ve yeni stratejiler ortaya konulmalıdır.

Irak’ta Bölünme Senaryoları?

Bugün Kuzey Irak ile Orta ve Güney Irak arasında yeni bir yapı vardır ve Irak’ı fiilen bölmüştür. Şimdi bu durumun ne kadar kalıcı olduğu tartışılmaktadır. IŞİD’in uzun süre kalıcı olması durumunda Bağdat’tan Kuzey Babil ve Diyala’ya kadar uzanan bölgede uzun sürecek mezhep savaşlarının patlak vermesine sebep olabilir. Bunu bahane edecek olan Maliki’ye bağlı silahlı kuvvetler bir temizlik operasyonuna başlayabilirler. Nitekim bunun ilk belirtisi ortaya çıkmış ve insansız hava araçları Musul etrafında operasyonlara başlamıştır. Son altı aydır devam eden olaylarda ve 5 Haziran’dan sonra Musul, Telafer, Beled ve Duceyl’de Şii toplulukları olumsuz olaylara, baskı ve katliamlara maruz kaldılar. Bu süreçte onlar da intikam duygusu ile hareket ederek yeni bir savaşı başlatabilirler. Bu durum da yeni bir iç savaşın alevlenmesine sebep olacaktır.

IŞİD ve ona bağlı olarak Sünni silahlı güçler Bağdat’a girmekte ısrarcı olacaklardır. En azından bunu Maliki yönetimini sürekli baskı altında tutabilmek adına yapacaklardır. Bunun sonucu olarak çıkabilecek mezhepler savaşında on binlerce kişi hayatını kaybedebilir, yüz binlerce kişi göç edebilir ve demografik yapı değişebilir.

Beklentilere göre bugünkü Irak, Kuzey’de Kürdistan, Orta ve Güney’de Şii, Orta Kuzey ve Batı’da Sünni olmak üzere üç devlete bölünebilir. Nitekim bu konudaki ilk işaret Kürtler tarafından verilmiştir. Bağımsızlık için referandum hazırlıkları yapmaktadırlar. Aslında referandumdan ziyade bu vesile ile başta ABD ve diğer uluslararası toplumun tepkilerini ölçmeye çalışmaktadırlar. Fakat bu bölünme sonunda Sünni silahlı guruplar arasında da iç çatışmaların beklenmesi olasıdır. Aynı şekilde farklı amaçları olan Şii milisler içinde de iç çatışmalar yaşanabilir. Böyle bir durumda bölgesel güçler bu çatışmalara müdahale etmek zorunda kalacaklardır ki bu yeni bir felaket senaryosudur. Şiilerin kendi içindeki çatışmaları İran’ın gözetimi ve kısmen denetimi nedeniyle daha düşük seviyede olacağı varsayılabilir. Zaten bölgede etkin olan İran’ın son gelişmeler akabinde de sahaya girdiği ve Devrim Muhafızları’nın kimi operasyonları yönettiği bilinmektedir. Bu kuvvetlerin olası Şii iç çatışmasını ya da Şiilerin kutsal mekanlarına (Atebât) yapılması muhtemel büyük çaplı saldırıları önlemek için hazırlıklar yaptığı aşikardır.

Son gelişmelerin ardından IŞİD’in kendi partnerlerini de rahatsız eden bir “Hilafet Devleti” ilan etmesi yüzünden Sünni bölgede aşiretlerle birlikte ılımlı silahlı yeni bir gücün oluşarak IŞİD’i sahadan kovması muhtemeldir. Ancak bu harekatın olabilmesi için oluşacak bu yapılanmanın mutlaka bazı hamileri ve garantileri olmalıdır. Şu anda bu anlamda bir gelişme görülmediğinden IŞİD nüfuz sahasını rahatlıkla genişletmektedir. Aşiretlerden oluşacak muhtemel ılımlı silahlı güçlerin IŞİD’ten bağımsız hareket edebilmesi halinde Irak sorununda siyasi bir çözüm sahifesi açma ihtimalini doğurabilir.

IŞİD bayrağı altında olan ama asla homojen olmayan silahlı topluluklar Bağdat’a doğru yürüyünce Maliki’yi istifaya zorlayacak mekanizma harekete geçmişti. Ancak Maliki’nin son girişimleri ve başbakanlığa aday olmaktan asla vazgeçmeyeceğini ısrarla ilan etmesi bölgede yeni kaosu da beraberinde getirdi. Zira anlaşılan kendisini etkileyebilecek dış müdahale ihtimalinin olmayacağı garantisini alan Maliki, ABD, İran ve Rusya’nın desteğiyle sorun ile baş edebileceği kanaatini taşımaktadır. Oysa üç ABD timinden oluşan askeri danışmanlar, -esasında savaşçılar- halen Irak’ta aktif olmalarına rağmen hiç bir başarı gösterememişlerdir.

Diğer taraftan Şii güçler ile İran’ın Irak’taki kazanımlarından geri adım atmak istemeyecekleri muhakkaktır. Bundan sonra Sünnilerin de, Şiilerin konumunu kabul etmeleri oldukça zor görülmektedir. Zaten Sünni gurupların IŞİD ile zorunlu işbirliği içinde olmalarının ana nedeni de budur. Eğer topyekûn bir çözüm üretilemez ise İran ve Maliki’nin önümüzdeki süreçte muhtemel siyasetleri Sünni guruplar ve aşiretlerle IŞİD’i savaşa tutuşturmak olacaktır.

Irak’ta Siyasi Çözüm mümkün mü?

Sünni bölgelerdeki silahlı gurupları kontrol altına aldıktan sonra siyasi çözüm üzerinde anlaşma sağlanabilir mi; Sünni bölgelerle ilgili siyasi bir proje var mıdır? Elbette bu soruların cevabını vermek kolay olmayacaktır. Zira şayet olacaksa görülen en yakın ihtimaller konfederasyon ya da bölünmedir. Fakat bu plan şu anda sahada görülen bölünmüşlük kadar kolay bir şey değildir. Hangi esaslara göre bölüneceklerdir. Coğrafi bölgeler birbiri ile ilişkili ve bölgesel çıkarlar birbiriyle kesişmektedir. Yukarıda söylediğimiz mezhep ve kısmen Kürtler özelinde etnik temelli bölünmenin de bir dizi yeni problemleri beraberinde getireceği muhakkaktır. Hayli yıpranmış olan Irak toplumu bunu kaldırabilecek midir? Aynı şekilde bu bölünmenin başta Türkiye ve çevre ülkelerini olumsuz yönde etkileyeceği muhakkaktır. Kürdistan’ın bağımsızlığı, Türkiye, ABD ve İsrail arasında yeni bir sorunu beraberinde getirecektir. Buna –şimdilik- İsrail taraftar görünse de her üç ülkenin de hazır olmadığı kesindir. Diğer taraftan Sünni-Şii ekseninde yaşanacak bölünmenin, öncelikle nüfuslarının yarısı Şii olan Kuveyt ve Bahreyn’i nasıl etkileyeceği, Suudi Arabistan’ın petrol bölgesi olan doğu eyaletindeki (Katıf-Ahsa) bir milyon Şii’yi nasıl tetikleyeceği az çok tahmin edilmektedir. Bu tarz bir bölünmenin Afganistan’dan Umman’a kadar yeni yankılar uyandıracağı ve İslam Dünyası’nı alt üst edeceği aşikardır.

2003’ten beri kendilerini Şii ve Sünni bölünmeye terk etmiş olan Türkmenler ise bu süreçte çok daha önem arz edeceklerdir. Türkiye sınırından Bağdat’a kadar hemen her yerde yaşayan ama özellikle Telafer ve Kerkük’te büyük kitleler halinde bulunan Türkmenler etnik temelli Kürdistan’ın bağımsızlığından ne kadar etkileneceklerdir? Son olaylardan en çok zarar gören Türkmenler olmuştur. Yüz binlercesi göçmen durumuna düşmüştür. Bu yüzden aralarındaki mezhebî ayrımın kısmen devre dışı kaldığına ve bütünleşme arayışlarını sürdürdüklerine dair işaretler de vardır. Özellikle Irak anayasasının yapılmasından sonra münazaalı alanlar olarak kabul edilen Kerkük ve civarının şimdi Kürt peşmergelerinin eline geçmesi Türkmenlerde ciddi tepkiye neden olduğu gibi, bu gelişmenin milli kimlik inşasında rol oynayacağında da şüphe yoktur. Başka bir ifade ile tarihi bir Türkmen şehri olan Kerkük, Irak’ın bölünme senaryosunda bölgesel ve uluslararası çekişmelerin yeni adresi olacaktır. Bu sürece karşı Türkmenleri koruma adına Türkiye’nin yeni bir tavır geliştireceği de beklentiler arasındadır. Bölünme senaryoları içinde bölgede yaşayan Yezidi, Keldani ve daha pek çok farklı gurupların tepkisi ise bugüne kadar hesaba katılmamış olmakla birlikte, onların da elbette uluslararası hamileri çıkacak ve problemi daha da karmaşık hale getirecektir.

Diğer taraftan bugün gelinen noktadan geri dönülemeyeceği de ortadadır. Irak, artık eski Irak olarak kalamayacaktır. Dolayısıyla olaylarla nasıl baş edileceği üzerinde yoğunlaşmalı, sadece olanların arkasında kimin olduğunu araştırmakla yetinilmemelidir. Olayları teskin edecek, Irak’ta yeni bir modeli hayata geçirecek bir çalışma sistemi bulunmalı ve yeni stratejiler ortaya konulmalıdır. Bugüne kadar kullanılan enstrümanlar ve siyasi araçlar yeniden gözden geçirilmelidir. Bu haliyle Irak, uzun bir süre daha İran, Körfez ve bazı uluslararası güçlerin çekişme bölgesi olmaya devam edecektir. Bu güçleri ayrı taraflar olarak kabul ederek, çekişme yerine ciddi yeni çözüm ortaklıkları kurulmalıdır. Hiç bir tarafın kendi başına bir iş yapmasına izin verilmemeli gerekirse yeni stratejik ittifaklar yaratılmalı, bu ittifaklara her siyasi fikir ve güçten katılımlar sağlanmalıdır. Yeni bir Irak modeli geliştirilmeli; yeni yönetici ve isimlerin ortaya çıkması sağlanmalıdır. Ancak Irak için geliştirilecek modelin bütün bölgeyi rahatlatacak niteliği olmalıdır. Bu iş ile ilgilenen araştırma ve inceleme merkezleri tarafından etkili mercilerin katılacağı toplantılar düzenlenerek krizle ilgili araştırmalar ve tartışmalar yapılmalı, senaryolar geliştirmeli ve yeni çözümler üretilmelidir. Hülasa, Irak sorunu, sadece 1918’den beri tanımlanamayan Irak’ı değil aynı zamanda tüm bölgeyi de yakından ilgilendiren önemli bir meseledir.