Körfez ülkelerinin Katar’a yönelik ablukası sürüyor. Suudi Arabistan (SA), Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve Bahreyn’in ablukaya gerekçe olarak öne sürdüğü temel suçlama Katar’ın terör örgütlerine yardım ettiği idi. Bu ülkeler, söz konusu suçlama öncesinde 59 kişi ve 12 kurumu içine alan ortak bir terör listesi yayınlayarak terör suçlamalarını somutlaştırmaya çalıştı. Öte yandan kriz gerçekte ablukacı devletler ve Katar arasında yaşanırken, aynı zamanda en başından beri Türkiye de hedef alınmakta. Nitekim dört devletin Katar’a dayattığı on üç maddenin en önemlisi ve belki de en dikkat çekici olanı Katar’daki Türk askeri varlığının sonlandırılması. Dört ülkeden biri olan BAE ile Türkiye arasında, aslında krizden çok daha önce başlamış olan ciddi bir soğuk savaş var.
BAE’nin temel rahatsızlığını anlamak için terör listesini incelemekte fayda var. 18 Katarlı’nın yanı sıra SA, Mısır, Ürdün, Libya gibi ülkelerden de isimlerin bulunduğu 59 kişilik listede, Arap Baharı’nın başından itibaren Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketine karşı hem ülke içinde hem de bölgede en yoğun kampanyayı yürüten BAE’den tek bir kişi göze çarpıyor: Hasan Ahmed El Dıkkî. Böyle bir listede bulunmaktan şeref duyduğunu açıklayan Hasan El Dıkkî’nin hayatı, aslında BAE’nin son yarım asırlık siyasi tarihine, özellikle de İhvan ile ilişkilerindeki dönüşümün hikayesine dair önemli ipuçları içeriyor.
Körfez’de İhvan’ın Himayesi
İhvan, Mısır ve Suriye’ye kıyasla Körfez’de nispeten geç yayıldı. Petrolün keşfi ile eğitim ve yargı kurumlarını geliştirmeye başlayan Körfez ülkeleri, ancak 1940’lı ve 1950’li yıllarda eğitimli İhvan üyelerini çoğunlukla Mısır’dan çekmeye başladı. Körfez’in yerli İhvan üyeleri ise bu neslin elinde yetişti. Hatta bu durum kimi İhvan üyeleri tarafından çoğu kere gururla anlatıldı. Zira okuma-yazma oranının düşük olduğu, devlet işlerini ve eğitimi yürütecek yeterli yetişmiş elemanın bulunmadığı Körfez ülkeleri, iyi eğitimli İhvan mensuplarını istihdam ederek kendilerini inşa etmeye çalıştılar.
İhvan’ın Körfez ülkeleri arasında en geç yayıldığı ülke ise BAE oldu. Bunun en önemli sebebi petrolün BAE’de daha geç keşfedilmesi ve modern hayata adapte olmanın gecikmesiydi. Zira BAE, modern anlamda eğitim ve yargı gibi devlet kurumlarına ancak 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren yatırım yapmaya başladı. Zaten 1970’li yılların başına kadar bu bölgeler ayrı geleneksel şeyhlikler/emirlikler halinde ve İngiliz işgali altında varlıklarını sürdürmekteydiler. Geleneksel yönetim emirlerde, diğer işler ise İngilizlerin istihdam ettiği; çoğu Hint kökenli ve bir kısım Araplarda idi.
BAE’nin ilk yerli İhvan üyeleri de, petrolle daha önce tanışan Kuveyt, Bahreyn ve Katar gibi ülkelere gidip oralarda eğitim alan, daha sonra ülkelerine dönen BAE’li ögrenciler arasından çıktı. Bu öğrencilerden bazıları 1974 yılında Kuveyt ve Bahreyn’deki benzeri İhvan kurumlarından ilhamla Islah adını verdikleri bir oluşum kurdu. Bu kurucu ekip içinde o dönem henüz 17 yaşındaki, BAE’de bir emirlik olan Ras el Hayma doğumlu Hasan El Dıkkî de vardı.
Eğitim ve yargı kurumları ile diğer devlet kurumlarını yeni yeni geliştiren BAE’nin her alanda yetişmiş insan gücüne ihtiyacı olduğu bu dönem, BAE İhvanı için bir nevi altın çağ olacaktı. Hatta iki İhvan üyesi 1970’lerde BAE kabinesinde Eğitim ve Adalet Bakanları olarak yerlerini alacaktı.
BAE’de İhvan’ın Yükselişi ve Çöküşü
1979 İran Devrimi’nin bölgedeki İslamcı grupları da politize etmesi ve gittikçe daha talepkar hale getirmesi İngilizler’in himayesinde tesis edilmiş olan BAE’nin gözünü korkutunca, bu sefer rüzgar İhvan için tersine dönmeye başladı. Nitekim 1983 yılında kabine değişikliğine gidilirken, iki İhvan üyesine yeni kabinede yer verilmedi. Böylece BAE Üniversitesi rektörlüğü de İhvan’ın elinden alınmış oldu ve yavaş ama sistemli bir şekilde İhvan’ın eğitim ve yargı kurumlarındaki etkisinin azaltılacağı bir sürece girildi. Soğuk savaşın ilk yıllarında Komünizm tehlikesine karşı ABD ve batıya kendi sınırları dışında sempatik gelen İhvan’a Körfez’de himaye verilmesi doğaldı. Ancak İhvan ve diğer İslami hareketlerin İran devrimi ile birlikte özellikle ABD’ye karşı tavır alması, bölgede işlerini zorlaştıracaktı.
BAE Üniversitesi’nin başına lise ve lisans eğitimini İngiltere’de tamamlayan Abu Dabi yönetici ailesinden Nahayan bin Mubarak El Nahayan getirildi. El Nahayan’ın yüksek eğitim kurumlarında, yeni Eğitim Bakanı Ahmed El Tayer’in ise diğer eğitim kurumlarında takip eden yıllarda hayata geçireceği reformlar aslında BAE’nin geçireceği siyasi dönüşümün ilk sinyallerini veriyordu.
İhvan için BAE’nin eğitim sistemi, Arap ve İslam kültüründen git gide uzaklaşma ve yerine Batı kültürünün ikamesi anlamına geliyordu. Nitekim İhvan bu duruma sessiz kalmadı; çıkardığı dergi ve cami vaazları yoluyla BAE’nin dönüşümünü eleştirdi. Eleştiriler BAE liderlerini öylesine rahatsız etti ki, 1988 yılında İhvancıların Islah Dergisi kısa süreliğine de olsa yasaklandı.
1990 ortalarındaysa BAE, Islah hareketinin bütün ofislerini devlete bağladı. Böylelikle grubun tüm faaliyetleri kontrol altına alınırken, yöneticileri de devlet tarafından atanmaya başladı. Bunun yanı sıra İhvanın tüm yurt dışı faaliyetleri de yasaklandı.
Yalnızca Ras el Hayma’da Islah, buranın Emiri’nin kritik desteği ve koruması ile bağımsız olarak aktivitelerine devam edebildi. Zira Ras el Hayma, diğer emirlikler arasında nev-i şahsına münhasır ve özellikle Selefi akidenin güçlü olduğu bir yerdi. Alınan önlemlere rağmen, İhvan üyeleri Emirlikler’de devlet kurumlarında çalışmaya devam edebildi, ancak önemli bir farkla: Hemen hemen hepsi kritik sayılabilecek bütün görevlerden uzaklaştırıldı.
BAE’nin kurucu emiri ve Abu Dabi Şeyhi Zayed bin Halife el Nahayan’ın 2004 yılında vefatının ardından yönetime gelen yeni idareciler, İhvanı gittikçe ciddileşen bir tehdit olarak algıladı. Wikileaks belgelerinde sızan bir raporda, ABD’nin Abu Dabi büyükelçisi Michele Sison, Abu Dabi veliaht prensi Şeyh Muhammed bin Zayed’in kendisine aynen şunu dediğini aktarıyordu: “İhvan ile kültürel bir savaş yürütüyoruz.” BAE devletindeki dönüşüme paralel bir dönüşüm de İhvan’da yaşandı. Muhammed El Rukn ve Muhammed El Mansuri gibi yeni nesil İhvancılar, söylem değişikliğine gitti. BAE yönetimine getirilen eleştirilerde dini yoğunluklu söylem yerine, insan hakları ve demokrasi temelli bir üslup benimsendi.
Nitekim 2011 yılında Arap Baharı’nın Ortadoğu’da estirdiği demokrasi rüzgarının etkisiyle 133 BAE vatandaşı, devlet Başkanı Halife bin Zayed’e hitaben politik reformlar talep eden bir mektup yazdı. 133 isim arasında çok az sayıda İhvan mensubu olmasına rağmen BAE yönetimi, ‘hükümeti devirme girişimi’ olarak gördüğü bu kampanyanın arkasında İhvan’ın olduğundan emindi. Aynı yılın sonunda BAE yönetimi bir adım daha ileri gidip altı Islah üyesini vatandaşlıktan atarak bu tür talepler karşısındaki tavrını ortaya koydu.
Kısa bir süre sonra İhvan karşıtı devlet kampanyasının sembol ismi haline gelecek Dubai Polis Şefi Zahi bin Halfan, İhvan’ı bölge için en ciddi güvenlik sorunu ilan etti. Takip eden aylarda BAE 94 vatandaşını hükümeti yıkmak için örgüt suçlamasıyla tutukladı. 2014 yılının Kasım ayında ise BAE İhvan’ı ‘’terör örgütü’’ ilan ederek bu konuda son noktayı koymuş oldu.
BAE İhvanı’nın Kilit İsmi: Hasan Ahmed El Dıkkî
Eldeki verilere göre El Dıkki İhvan’ın bu altın çağında; rektörlüğünü yine bir İhvan mensubunun yaptığı BAE Üniversitesi’nde eğitimini tamamladı. Muhasebe ve İdarecilik bölümünden 1981 yılında mezun olan El Dıkkî, merkezi hükümetin Muhasebe Meclisi’nde mali müfettiş oldu. Bir yıl sonra ise, -iddialara göre-İhvan bağlantılarının da yardımıyla Öğretim ve Terbiye Bakanlığı bünyesinde Dış Burslar ve Araştırma, Kültürel İlişkiler dairesinde genel müdür oldu.
Eldeki verilere göre El Dıkki İhvan’ın BAE’deki altın çağında; rektörlüğünü yine bir İhvan mensubunun yaptığı BAE Üniversitesi’nde eğitimini tamamladı. Muhasebe ve İdarecilik bölümünden 1981 yılında mezun olan El Dıkkî, merkezi hükümetin Muhasebe Meclisi’nde mali müfettiş oldu. Bir yıl sonra ise, -iddialara göre-İhvan bağlantılarının da yardımıyla Öğretim ve Terbiye Bakanlığı bünyesinde Dış Burslar ve Araştırma, Kültürel İlişkiler dairesinde genel müdür oldu.
El Dıkkî de 1988 yılına kadar Öğretim ve Terbiye Bakanlığı’ndaki işine devam etti. Aynı yıl Elektrik ve Su Bakanlığı’nda mali işler dairesinde genel müdür yardımcılığına getirildi. 1992 yılında ise kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. El Dıkkî takip eden yıllarda özel muhasebecilik yapacaktı. Aslında bu süre zarfında pek çok İhvancı takibata uğramakla birlikte El Dıkkî’nin BAE yönetimi ile bir problemi olmadığı da anlaşılmaktadır.
İhvan’ın genç neslinin demokrasi ve insan hakları söylemini geliştirdikleri dönemde Hasan El Dıkki kendine başka bir yol çizdi. Aslında el Dıkki’nin de benzer şekilde insan hakları ekseninde eleştirileri oldu. Nitekim 2004 yılında İsviçre’de kurulan El Karama Vakfı’nın üyesi oldu. El Karama’nın –görünürdeki- misyonu özellikle ABD baskısı ile terör suçlaması yapılan ve Körfez ülkeleri tarafından hapse atılan isimlerin haklarını savunmaktı.
Bu vakıfın kurucusu Katarlı Abdurrahman El Nueymi da dört Arap ülkesinin yayınladığı terörist listesinde yerini aldı. 2013 yılında ABD, 2014 yılında da BM tarafından özellikle Suriye, Irak ve Yemen’de El Kaide bağlantılı örgütlere finansal yardım suçlaması ile terörist ilan edilmişti.
BAE’deki yeni nesil İhvan’dan farklı olarak El Dıkki, BAE yönetimine karşı eleştirilerini dini temelde de büyük oranda sürdürdü, bilhassa veliaht Muhammed b. Zayed’e ağır eleştiriler getirdi. Genel olarak Arap düzenlerinin Cemal Abdünnasır, Kaddafi veya Saddam gibi liderler doğurduğunu söylemeye devam etti. Ayrıca söylemine sert bir Amerika ve Batı-karşıtlığı da damgasını vurdu.
El Dıkki bu dönemde BAE İhvanı içinde bile yalnızlaştırıldı. Öyle ki, kurucusu olduğu Islah’taki yöneticilik görevlerinden uzaklaştırıldı. El Dıkki’nin adının BAE Başkanı’na yazılan mektubun imzalayıcıları arasında olmaması, bu yalnızlaştırılmanın en bariz göstergesi olarak değerlendirildi.
Görünüşe göre ABD ve Batı karşıtlığı El Dıkki’yi Körfez’in Selefileri ile ortak bir zemine getirdi. Nitekim El Dıkki’nin adı ABD’nin Irak’ı işgalinin hemen ardından Suudi din adamı Sefer El Havali tarafından oluşturulan Küresel Saldırganlık-Karşıtı Kampanyasında da geçiyor. Daha sonra Katarlı El Nueymi tarafından canlandırılan bu kampanyanın mütevelli heyetinde el Dıkki de yer aldı. El Dıkki’nin Selefiliğe doğru kayması Kuveytli Hakim El Muteyri’nin 2005’te kurduğu Ümmet Parti’sinin BAE kolunu, Mısır devriminin hemen ardından kurması ile tamamlandı. Hemen hemen aynı dönemde partinin Suudi kolu da kurulmuştu.
BAE’de hemen hemen hiçbir hareket alanı kalmayan El Dıkki aslında ülkeyi çoktan terk etmişti. Suriye’de Esad rejimine karşı başlayan protestoların daha sonra silahlı bir mücadeleye dönüşmesi El Dıkki’ye bir anlamda yeni bir hareket alanını sağladığı varsayılabilir. Esad rejimini yıkmayı hedefleyen Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi ülkelerin göz yumması ve hatta teşvikiyle bu iki ülkede harekete geçen İhvan ve Selefiler, Suriye’de silahlı muhalifler için finansal yardım toplamaya başladılar. El Dıkki de bu çabalara destek verdi. Hatta Ümmet Partisinin BAE kolunu birlikte kurduğu Muhammed Abduli -ki atılmadan önce BAE ordusunda albaydı- Suriye’de aktif olarak savaştı ve 2013 yılının Mart ayında El Nusra’nın Rakka’yı ele geçirme operasyonunda yaşamını yitirdi. El Dıkki’nin Suriye’de girişimleri Abduli’nin ölümünden sonra da devam etti. Dört Arap devletinin terör listesinde yer alan Mehdi Harati’nin kurduğu Liva-i Ümmet’in askeri eğitim kampının açılışını El Dıkki yaptı; kampa Muhammed Abduli’nin adı verildi. İşin ilginç tarafı bütün bunlar Esed rejimine muhalif olan ABD’nin bilgisi ve gözleri önünde cereyan etti.
Bu durumda cevaplanması gereken birçok soru bulunuyor. Aslına bakılırsa El Dıkkî Suriye’de iş birliği yaptığı ABD, Suudi Arabistan ve BAE tarafından; Suud’un başını çektiği koalisyon tarafından terörist ilan edildi. Sosyal medya hesabı, kendisi ile yapılan görüntülü ve sesli röportajlar ile mesajlarını vermeye devam eden El Dıkkî’nin, bu süreçte Suudi Arabistan ile ilgili doğrudan bir değerlendirme yapmaması da manidar. Ancak burada bir soru akıla geliyor. SA’ya göre terörist kabul edilen el Dıkkî’nin bilinen fikirleri Suud’un desteklediği bazı Selefi gruplardan farklı değilse, onun terörist ilan edilmesi bir çifte standart mıdır? Yoksa “senin teröristin benim iyi adamım” tanımlanası burada da geçerli midir?
Diğer taraftan El Dıkki’nin İhvan’dan Selefiliğe geçiş hikayesi özellikle Körfez’de iki akımın veya bu akımların kimi uzantılarının aslında birbirinden çok radikal çizgilerle ayrılmadığının, aralarında geçişler olabildiğinin bir göstergesidir. Nitekim ABD ve batı müdahalesi karşıtı, Küresel Saldırganlık-Karşıtı Kampanyasının katılımcıları arasında Velid El Tabtabai, Hamid El Ali ve Hakim El Mutayri gibi Selefiler kadar, İhvan’dan da isimler bulunmaktadır. Selefi çizgisinde duran el Dıkkî’nin fikirlerinin İhvan tarafından reddedilmemesi ise iki taraf arasındaki yakınlığın göstergesidir. BAE’nin mezkur şahsa itirazı ve yargılama isteği onun İhvancı kimliğinden kaynaklanırken, aslında karşısında oldukları Selefi kimliğinin hiç vurgulanmaması da cevaplanması gereken bir başka sorudur.
El Dıkkî bir aktivist, BAE’den reform talep eden bir muhalif, haksızlıklara karşı duruş sergileyen bir İslamcı mı yoksa bazı operasyonların yapılması için Suud ile BAE arasında kalmış bir figür müdür? Burada muallakta kalan diğer bir önemli nokta ise El Dıkki’nin Türkiye-BAE ilişkilerindeki yerinin ne olduğudur…