Uzun zaman gündemde kalan ve bölgesel ve uluslararası itirazlara rağmen Kuzey Irak’ta yapılan referandum peşinden de pek çok tartışmaları beraberinde getirmiştir. İKBY her türlü riski göze alarak giriştiği bu macera karşısında bölgesel tepkiler de ağır oldu. Konunun bütün taraflar nezdindeki sıcaklığı soğukkanlı tartışmalara da imkan vermemiştir. Yeni bölgesel gelişmeler, yeni ittifak ve bloklar ile birlikte geçen süre de meseleye daha soğukkanlı, duygulardan, dostluk ve husumetlerden, menfaat ve aidiyetten bağımsız bakılmasına imkan vermektedir.

Sorunu Yanlış Okumak

Yaşanan sürecin şahsi ihtirası ve siyasi geleceği adına Kürtleri ileri sürüp kumar oynayan Barzani’nin tavrı üzerinden okumak yeni bir kısır döngüyü getirecektir. Zaten gelinen noktada artık Barzani bile süreci farklı okuma ihtiyacı duymuş ve süreci dondurup, diyalog önerisi yapmıştır.

Kürt milliyetçiliği ve Kürtlerin devlet kurma talep ve hakkı üzerinden okumak da meseleyi tarihi bağlamından ve  dünyanın bugün ulaştığı gerçeklerden uzaklaştırıp ilkel bir zemine oturtmak olacaktır. Aynı şekilde sorunun etnik temelli; Kürtlük, Araplık ve Türklük meselesi olarak ele alınmasının bir çözüm getirmeyeceği aşikardır. Bir taraftan bölgede bir türlü oluşamayan ulusal yapılara yapay kimlikleri atfedip bu mesleyi bu yapaylık üzerinden okumak ciddi handikaplar doğuracaktır.

Konunun ne “halkların kendi kaderlerini tayin konusundaki sosyalist romantizm” ne de teorisi güçlü, pratiği zayıf “İslam kardeşliği” ekseninde tartışılması da yeterli olmayacaktır. Hele meseleyi mezhep bağlamında Sünni ve Şii taraftarlığıyla veya bölgede egemen olan Nakşilik ve Kadirilik rekabeti ya da sempatisiyle okumak sahadaki yangına körükle gitmektir. Zira bunların tamamı bölgenin gerçekleri olsa da ayrı ayrı olduklarında bölgenin sorunları olma özelliklerini taşımaktadırlar. Özellikle 1990lardan ve 2003’teki Irak işgalinden sonra ideoloji, inanç zemininden ziyade menfaat devsime araçları haline dönüştürülen bu kavramlar kimseye hitap etmemekle birlikte, birer sığınma adası olarak kalmaya devam etmektedirler.

Meseleye uluslararası sistem gibi Kerkük’ün sahip olduğu rezervler üzerinden bakılması da paylaşım problemini tırmandırmaktan ve uluslararası şirketlere menfaat sağlamaktan başka bir şey değildir.

Peki meseleye bin yıllık Türk yurdu yani “Gökyurt Konağı” olan Kerkük zaviyesinden bakmanın yukarıdaki argümanlardan bir farklı var mıdır? Tarihi, üzerinde dönem dönem yaşanan baskı ve yıldırmalara rağmen hâlâ koruduğu demografik yapısı ve kültürü Türkiye’nin ısrarla savunduğu “Kerkük’ün Türklüğü”nün en büyük ispatıdır. Siyasal tartışmalar ve hesaplar bir yana bunda hiç bir kuşku yoktur. Ama mesleyi Kerkük özeline indirmek de ne Türkiye ve ne de bölge için kalıcı bir çözüm değildir.

Bu iddia ironik bir anlatımı hedeflememektedir. Uzun yıllar kendi Kürt vatandaşlarının problemi ile yüzleşemediğinden sınırları dışındaki Türk/Türkmenler ile ilgilenme cesareti gösteremeyen Türkiye’nin “Kerkük meselesindeki” acziyetini hatırlatmak da değildir niyetim. ABD’nin çekiç güç ile başlattığı ve bugünün hesabının 90lı yıllardan itibaren yapıldığı sorun karşısında, tarihi bir gerçekliği olup sahaya yansıtılamayan “Kuzey Irak” yerine ürettiğimiz “Irak’ın Kuzeyi” formülünü de tartışmak niyetinde değilim.

Mesele Coğrafya Meselesidir

Bugünkü mesele bir coğrafya ve onun üzerinde yaşanan tarih meselesidir. Sorunu işgallerden, petrolün keşfinden, zorunlu nüfus hareketlerinden, katliamlardan ve her türlü etnik ve mezhebi taassuptan önce var olan bölge jeopolitiği üzerinden okumak gerekmektedir.

Tarih boyunca bölgenin kaderinde rol oynamış bütün eski siyasi yapılanmaların düzenlemeleri elbette önemli bir veridir. Ancak çok geçmişe gitmeden hatırlayacağımız bazı argümanlar bile bu iddiamızı desteklemek için yeterlidir. Öyleyse meselenin gerçek adını doğru koymak zorundayız. Mesele Erbil’deki Barzani, Sincar’daki Kürt Yezidiler,  Süleymaniye ve Kerkük’teki Talabani; Kerkük’teki Türkler veya Araplar meselesi değildir.

Mesele “Musul Vilayeti Meselesidir”.

Musul Vilayeti yukarıda hatırlattığımız bütün unsurları ve daha fazlasını da içermektedir. Sorunun ortaya çıktığı tarihlerdeki adı da, çözüm arayış sürecindeki başlığı da “Musul Meselesi”dir.

I. Dünya savaşındaki paylaşımlara, en yaygın bilinen Sykes-Picot planına bakarsanız “Musul Vilayeti” sorunu ile karşılaşırsınız. Türkiye’nin her başı sıkıştığında hatırladığı Misak-i Milli’de de adı Musul Vilayetidir.

Fransızlar ve İngilizler arasındaki meş’um paylaşım planında Fransızlara bırakılan Musul Vilayetiydi. Mondros’tan sonra İngilizlerin haksız bir şekilde işgal ettikleri coğrafya yine Kerkük değil, Musul Vilayeti olmuştur. 1919 Paris Anlaşmasında, daha sonra Kahire ve San-Remo’da konuşulan mesele de aynı idi. Lozan’da adeta Türkiye’nin kuruluş şartına bağlanan mesele de Türkiye’nin Kerkük’ü değil, Musul Vilayetini talebiydi. Lozan’da çözülemeyen ve büyük bir problem olarak Cemiyet-i Akvama havale edilen de Musul Meselesiydi.

Cumhuriyeti yeni kurmuş, ağır sorunlar ile yüzleşmesine rağmen Türkiye’yi İngilizler ile savaşın eşiğine getiren de aynı konuydu. Nitekim 1924’te benimsenen ve 1926 yılında anlaşmaya bağlanan Brüksel hattı da de Musul için çizilen sınırdı. Türkiye’nin bu anlaşmada elde ettiği küçük pay Kerkük’ten değil, topyekun Musul petrollerindendi.

Oysa bugün meseleye tarihi bağlamından kopuk bakılmaktadır. Musul’u Irak’ın merkezi yönetiminde bir vilayet, Kerkük’ü de ABD’nin menfaatlerine göre düzenlenmiş tartışmalı bölge olarak görmeye devam edilmekte ve çözüm üretmekten uzaklaşılmaktadır.

Tarih boyunca yapılan bölge düzenlemelerinde ve bugünkü sorunların kaynağı olan bütün süreçlerde mesele “Musul Vilayeti” olarak ele alınmıştır. Erbil, Süleymaniye, Sincar, Tavuk, Tuzhurmatu, Telafer vs. ve en önemlisi Kerkük de Musul Meselesinin içinde yer almaktadır. Bizim bu meseleyi küçük parçalara bölerek okuma lüksümüz yoktur. Coğrafya da, tarih de, bölgenin jeopolitiği de buna müsaade etmez. Zira coğrafya bu bölgenin kaderini bütünleştirmiştir.

Ne Yapılmalıdır?

Bu durumda, eğer Irak’ın toprak bütünlüğünü savunuyorsak sorunu Irak lehinde Musul Coğrafyası olarak ele almak zorundayız. Nitekim yaklaşık yüz yıllık alışkanlıklar oluşan bölgesel dengeler ve tarafların sahip olduğu güç en doğru yolun bu olduğuna işaret etmektedir.

Ancak meydana gelen filli durumu, yani Irak’ın bölünmesini kabul edersek, yine Musul Vilayetinin geleceğini bir bütün olarak düşünmek zorundayız. Zira daha önce de söylediğimiz gibi coğrafya bize burayı bölerek tartışmamıza imakn vermeyecektir. Bunun belki de en güzel delili Barzani’nin referandumda aldığı sayısal zafere rağmen yapılanın meşruiyetini kendi etrafına bile benimsetememiş olmasıdır.

Osmanlı’dan sonra Türkiye ise geçmişteki bütün tezlerini, sadece Kerkük’ün değil, bütün Musul Vilayetinin kaderinin Anadolu ile birlikte olduğu prensibine dayandırmıştır. Geçen zaman bu gerçeği değiştirmemiştir. Tarih içinde Musul coğrafyası Anadolu’nun bir uzantısı, ama Güney Irak’ın da can damarı olmuştur. 20. yüzyıla kadar da Irak diye bilinen yer sadece güneyden ibarettir.

Bugünkü konjonktürde öncelikli formül; Erbil, Süleymaniye ve Kerkük’ün içinde olduğu Musul Vilayetinin, eşit vatandaşlık statüsü, federatif-konfederatif bir yapı ile Irak’a bağlanmasıdır.

Bu maksatla bütün taraflara eşit mesafede durup çözüm üretecek bir mekanzimanın harekete geçirilmesi gerekmektedir. Son elli yılda siyseti üreten Barzani, Talabani hareketleri dahil, bütün laik ve anti-laik Kürt guruplar, şii ve sünni Türkmenler, Araplar, Yezidiler ve feodal yapının temsilcileri aşiretler ve bölgenin bütün unsurları bir masa etrafında birleştirilmesi gerekmektedir. Bu konuda tek muhatabın Irak merkezi hükümetinin olması da mümkün değildir. Zaten Bağdat yönetimi sorunun bir parçasıdır. Bu yüzden Türkiye, ve İran da Irak ile birlikte çözüm için masada eşit bir şekilde yer almalıdır. Bu yaklaşım Irak’ın egemenliğine halel getirmek için değil, egemenliğini tescil etmek için olacaktır.

Bu sürecin kolay olmadığı aşikardır. Büyük kavgaların da yaşanacağı muhakkatır. Ancak tarafların tamamı Musul’un kaderinin bir bütün olduğunu biliyor olmaları yakınlaşmalarına imkan tanıyacaktır. Nitekim 90lı yıllarda bölgede Musul Vilayeti Konseyi adı ile böyle bir insiyatif bile başlamış ama akim kalmıştı.

Bütün bunlar denendikten sonra sonuç alınamaz ise yine Musul vilayetinin bütünlüğünü bozmadan farklı alternatiflerin aranması da jeopolitik bir zarurettir. Musul coğrafyasında hiç bir Kürt, Türkmen, Arapi, Yezidi; şii, sünni, heteredoks vs tek başına başarılı olamaz. Tek başına yaşayamaz ve barısı sağlayamaz. Taraflardan birinin rahatsız olması bütün coğrafyayı rahatsız eder. Biz de buradan yeniden bir Musul Vilayeti hareketinin başlatılmasını önermekteyiz.