İlişkiler Neden Kesildi?

Türk-Mısır ilişkilerinin kesintiye uğramasının üzerinden nerede ise bir yıl geçti. Bu süreçte iki devlet ve tabii olarak iki toplum birbirinden uzaklaştı. Bugün ulaşılan nokta, eskilerin deyimiyle siyasî, kültürel ve jeostratejik nitelikleri ile “cüz’un lâ yetecezzâ” yani birbirinin ayrılmaz parçaları olan iki ülkeyi karşı karşıya getirmiştir. İşin ilginç tarafı bir yıl önce iki ülke ilişkilerinin ne denli önemli olduğunu savunan siyasiler, gazeteciler, yazarlar, siyaset bilimcileri vs. bu süreçte sessizliğe büründüler. İnsan, her fırsatta fikir beyan eden entelektüellerimize sormadan edemiyor. Eğer bugün gelinen nokta tasvip ediliyorsa bir yıl önceki yaklaşımlarınız ne idi?

Elbette tahmin edebileceğimiz bir cevapları vardır. Bir yıl önce orada seçilmiş bir yönetim vardı, bugün ise onu darbe ile deviren “müstebit, hatta eli kanlı” yönetim bulunmaktadır. Elhak bu yaklaşım doğrudur ve demokrasiye, insan haklarına, modern siyasetin kurallarına inanan herkes bu şekilde düşünebilir ve düşünmelidir de. Ancak siyasette ahlakî olan ile reelpolitik birbirine karıştırılırsa alınacak sonuçlar her zaman hüsrandır. Türkiye, Mısır’daki darbeye karşı durmak ile baştan beri ahlakî bir duruş sergilemiştir. Ancak siyasî duruşu ve kriz yönetimi açısından başarılı olup olmadığı da artık tartışılmalıdır. Aradan geçen zaman ve olayların soğuması bize bu tartışma imkanını sağlamaktadır.

3 Temmuz’da 2013’te Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirerek bugün Mısır’ın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak olan Abdülfettah Sisi’nin meşruluğu her zaman tartışmalı olacaktır. Geçen bir yıllık süre içinde Mısır’da yaşananlar, tutuklamalar, yaralanmalar ve ölümler hiçbir zaman unutulmayacaktır. Gelecekte Mısır toplumu ve tarih bunları sorgulayacaktır. Mısır’da Sisi’yi Cumhurbaşkanlığı’na taşıyan süreçte yapılanlar ve seçim, kimi yazar ve siyasetçilerimizin dediği gibi “komik” bulunabilir. Halkın büyük çoğunluğunun sandığa gitmediği gerçeği dile getirilebilir, hatta gidenlerin kendi iradelerini ne kadar yansıttıkları da tartışılabilir. Fakat artık bugün itibarı ile Abdulfettah Sisi, Mısır’ın Cumhurbaşkanı olarak göreve başlayacaktır.  Çok özel bir gelişme olmaması halinde – ki bugün herhangi bir göstergesi yoktur- görev süresini tamamlayacak ve yeniden de aday olacaktır. Bu da daha uzun yıllar Sisi ile birlikte yaşayacağımız anlamına gelmektedir. Bu durumda Türkiye’nin Mısır Arap Cumhuriyeti ile ilişkilerini sorunlar daha fazla derinleşmeden yeniden şekillendirmek zorunluluğu vardır.

Keşke Türkiye’nin bölgeye demokrasi ihracı mümkün olsa. Ama bunun kolay olmadığını, hatta Türkiye’nin hâlâ bölge halkları tarafından model görülse bile bunun mümkün olmadığını itiraf edemesek de hepimiz biliyoruz. Bunun için şark toplumlarında toplu bir zihniyet değişimine ihtiyaç duyduğumuzu unutmamalıyız. Bugün müşahede ettiklerimizin ve en azından Türkiye’nin tasvip etmekte zorlandığı zihniyetin tarihi ve sosyolojik gerçekliği vardır ve birden dönüştürülemez. Şark toplumlarında iktidara kim hangi şartlarda gelirse gelsin maalesef bir süre sonra kabul görür. Zira “ulû’l-emre itaat” (mevcut idarecilere itaat) ya da “el-hükmü limen galebe” (Hüküm galip gelenindir) düşüncesi hem dinî hem de geleneksel bir emir haline dönüştürülmüştür. Bu anlayış İslam toplumlarının zihinsel genlerine yerleşmiştir. Bu zihniyetin birden dönüştürülmesini beklemek imkansız olduğuna göre; Mısırlılar da kısa zamanda Sisi’yi benimseyeceklerdir. Tıpkı, Türklerin Kenan Evren’i, Iraklıların Saddam Hüseyin’i, İranlıların Humeyni’yi, Suriyelilerin babasının ölümü ardından hiç de devlet başkanı olmaya niyeti olmayan Beşşar Esed’i vb. benimsedikleri gibi.

Diğer taraftan uluslararası ilişkiler açısından da bakarsak; Türkiye’nin stratejik müttefikleri, Türkiye’ye her fırsatta demokrasi dersi veren Avrupa Birliği, son yıllarda önemli ilişkiler geliştirilen Körfez Ülkeleri’nin en güçlüleri (Katar hariç) bugünkü yönetimi tanımışlar ve yakın ilişkiler kuracaklarını açıkça ortaya koymuşlardır. ABD, Mısır’a yardımını sürdürecektir. Avrupa Birliği, Mısır yönetimi ile işbirliğini sürdürecektir. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt darbeye ve sonrasına en büyük desteği verdikleri gibi bundan böyle desteklerini sürdüreceklerdir. İsrail, Sisi’nin yanında olduğu gibi, İran da bu yönde olumlu sinyaller vermektedir. Peki bütün bunlar arasında Türkiye nerede duracaktır? Sadece yeni bir kazanın olmasını bekleyerek, ilişkilerin bu şekilde devam etmesine razı mı olacaktır?

Türkiye-Mısır İlişkileri ve Geleceği

Bugün geldiğimiz noktada, Ortadoğu, Afrika ve Türkiye için hayatı önem taşıyan Akdeniz’deki menfaatlerinin yanı sıra Türkiye gerçekten sadece iki toplumun kardeşliğine inanıyorsa Mısır ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmek ve daha fazla kangrenleşmeden yenilemek zorundadır.

Türkiye-Mısır ilişkilerinin tarihinin derinliğini bütün Türkiye ve Mısırlılar bilir. Tanıştığınız her Mısırlı bir şekilde Türkler ile akrabalığından söz eder; Türkiye’de aristokrasi mensupları ya da heveslilerinin mutlaka, “Mısırlı bir paşazadesi veya teyzesi” vardır. Bu, esasında günü kurtarmaya dönük yapmacık bir tavır değildir, aksine tarihte iki tarafın birbirinden ayrılmaz parçaları haline gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden burada Türkiye-Mısır toplumlarının ilişkileri tarihinin hatırlatılmasına bile gerek yoktur. Ancak bilinmesi gereken husus şudur. Osmanlı Devleti, büyüyüp gelişmek ve bir imparatorluğa dönüşebilmek için Mısır’a ihtiyaç duymuştur. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu Mısır sayesinde bir dünya devleti olmuş ve sanılanın aksine Küçük Kaynarca ile kuzeyden aldığı tehditle değil, Mısır’ın Osmanlı’dan kopuş süreci ile gücünü kaybederek parçalanma eşiğine gelmiştir. Milli Mücadele döneminde dünyanın kulakları Türkiye’deki gelişmelere kapalı iken, Anadolu hareketi sesini Mısır üzerinden dünyaya duyurulabilmiştir. Hatta daha sonraki yıllarda da rejimin siyasi muhalifleri olan eski Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif gibi şahsiyetlerin de iltica yeri yine Mısır olmuştur. Ancak 1932 yılında Cumhuriyet resepsiyonunda Mustafa Kemal’in Mısır elçisinin “fesine” tavır alması, Türk-Mısır ilişkilerini germiş ve tamiri uzun yıllar almıştır. Bu süreçte Türkiye kaybettiği müttefikine karşılık başarısız yeni arayışlar geliştirmek zorunda kalmıştır. Nihayet iki ülke dışişleri bakanlıklarının himayesinde kurulan Türk-Mısır Dostluk Cemiyeti’nin gayretleri ile bu ilişkiler yerine oturtulmaya çalışılmıştır. Ancak bu süreçte özellikle Mısır’da Türklere ait özel mülkler ile vakıfların sorunları çözülemeyecek bir biçim almıştır.

Türkiye’nin demokrasiye adım attığı yıllarda da Mısır ile daha fazla yakınlaşabilecek iken Bağdat Paktı ile bir kere daha uzaklaşarak bu doğal ittifak bozulmuş ve o tarihe kadar olumlu seyreden Türkiye’nin itibarı Arap Dünyası’nda sarsılmıştır. Bütün bu süreçler bölgede iki devleti birbirlerinin rakibi haline dönüştürmüştür. Siyasi söylem ve argümanlar da hep bu doğrultuda gelişmiştir. Nitekim Arap Dünyası’nda yaşanan Türkiye aleyhtarlığı uzun yıllar Mısır üzerinden sürmüştür.

Başbakanlığı sırasında Turgut Özal’ın 1988 yılında Mısır’ı ziyareti Türk-Mısır ve hatta Türk-Arap ilişkilerinin tabii seyrine dönüşmesi için önemli bir kırılma noktası olmuştur. Nitekim atılan o temeller yine bizim nitelemelerimize göre bir diktatör olan Mübarek zamanında da olumlu bir seyir takip etmiştir. Gerek Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün ve gerekse Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Mübarek dönemindeki Mısır ziyaretleri Türkiye’nin önüne pek çok imkanlar açtığı gibi; Türkiye’nin “model ülke” görülmesinin de kapılarını aralamıştır.

Bugün geldiğimiz noktada, Ortadoğu, Afrika ve Türkiye için hayatı önem taşıyan Akdeniz’deki menfaatlerinin yanı sıra Türkiye gerçekten sadece iki toplumun kardeşliğine inanıyorsa Mısır ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmek ve daha fazla kangrenleşmeden yenilemek zorundadır. Türkiye bu şekilde, sabık cumhurbaşkanı Muhammed Mursi zamanında başlattığı projeleri sürdürebilir, verdiği kredinin arkasında durabilir, başlattığı serbest bölge çalışmalarını tamamlayabilir ve orada devletine güvenerek iş kuran işadamlarımızı zarardan koruyabilir. Mısır ne kadar olumsuz görünürse görünsün, diğer Arap dünyasının entelektüel beynidir. Olumlu imajını burada yitiren bir ülke, diğer Arap Dünyası’nda da aynı sonuçlar ile karşılaşır. Türkiye geç kalmakla birlikte, son yıllarda attığı adımlarıyla orada Yunus Emre Kültür Merkezi ile başlattığı faaliyetlerin; yaklaşık halen 15 üniversite veya bölümde var olan Türkçe ve Türkoloji eğitiminin devamını istiyorsa Mısır ile ilişkilerini gözden geçirmelidir. Türkiye iki toplumun yakınlaşmasında her zaman fayda görmüştür; bu yakınlaşmaya inanılıyorsa ve hatta büyük bir gadre uğramış olan İhvan’a yardım etmek isteniyorsa Mısır Arap Cumhuriyeti ile ilişkiler yeniden tesis edilmelidir.

Cumhurbaşkanı İnisiyatif Almalıdır

Türk-Mısır ilişkilerinin medya üzerinden veya siyasi bazı mesajlar ile sürdürülmesi doğru değildir.  Sayın Cumhurbaşkanı hızlı bir şekilde inisiyatif üstlenmelidir. Darbenin hemen arkasından yaptığı “Kardeş Mısır toplumunun bir an önce seçime götürülüp” huzurun sağlanması çağrısına uygun olarak; bugün ortaya çıkan fiili durumu -kerhen de olsa- kabullenerek, Mısır ile ilişkilerin yeniden başlatılmasını sağlamalıdır. Zira başlatılacak ilişkiler baki olan iki devlet arasındaki ilişkiler olacaktır. Abdülfettah Sisi’nin bugün itibari ile Mısırlıların ve hatta dünyanın nazarında hangi yöntemle iktidara geldiğinin siyasi bir önemi kalmamıştır. Onun iktidara geliş biçimi üzerinden birbirine muhtaç iki devletin ilişkilerine daha fazla zarar verilmesinin önüne geçilmelidir. Türkiye ve Mısır halklarının menfaatleri bunu gerektirmektedir. Nitekim, Türkiye’nin diğer pratiklerinde de bu uygulama hakimdir. Kısa bir zaman önce Türkiye’de yapılan Türki Cumhuriyetler zirvesinde eli sıkılan hangi lider daha az diktatördür veya Türkiye’nin çok önem verdiği Türk-Rus ilişkilerinde Putin’in kimliği ne kadar dikkate alınmaktadır?

Mısır halkına, Türk-Mısır ilişkilerine ve tarih olan global hakimiyetlerin yerine, gelecek için önem arz eden bölgesel güç olma arzumuza hizmet etmenin başlıca yolu acı da olsa bu şerbeti içmekten geçmektedir.