Geçen yazımızda genel olarak Arap baharının, özel olarak Mısır’daki iç gelişmelerin faturasının Türkiye’ye çıkarılma ihtimalinden söz etmiştik. Aslında bu, Türkiye gibi, bölgede hem etkin hem de çıkarları olan bir ülke için normal kabul edilebilir. Fakat burada benzerini daha önce Orta Asya’da da gördüğümüz Türk dış politikasının işleyişi ile ilgili bazı soruların da sorulması gerekmektedir.

Sözgelimi, Türk dış politikasında Arap Baharı’na yönelik normatif söylemlerin ardındaki hedefler nelerdir? Bunun cevabı yetkili ağızlardan defalarca açıklandı ve pek çoğumuz tarafından da bilinmekle birlikte bunlar, modern siyaset algısı ve jargonu ile izah edilmemesi halinde bir çok yol kazalarına sebep olabilmektedir. Zira Arap Baharına olan duygusal yaklaşımlar zaman zaman muhataplarımızda algı zaafiyeti oluşturabilmektedir.

Arap baharının başladığı yer olan Tunus’ta yaptığımız temaslar ve dinlediğimiz bağımsız kaynaklar son zamanlarda, Tunus hükümetine verilen destekten dolayı Türkiye aleyhinde söylemlerin geliştiğini vurgulamaktadırlar. Benzeri durum aslında Mısır basınında da kendini göstermektedir.

Bir toplantı vesilesi ile Türkiye’nin Mısır Büyükelçisi Sayın Hüseyin Avni Botsalı’nın yaptığı bir açıklama geçen hafta Mısır basınında bir hayli tartışıldı. Tercümelerini sunduğumuz haberlerde de görüldüğü üzere, muhtemelen bir iyi niyet açıklaması ya da elçiliğin beyanı ile tercüme hatasından kaynaklanan bu kriz (Konuşma metni büyükelçiliğin sitesinde yayımlanmıştır (http://cairo.emb.mfa.gov.tr) Mısır kamuoyunu hayli meşgul etti. Mesele, iç işlerine müdahaleye kadar vardırıldı ve eğer haberler doğru ise Sayın büyükelçi açıklama yapmak üzere Mısır dışişleri bakanlığına çağrıldı.

Yukarıda da söylediğimiz gibi, bölgeye tarihi bağlar ile bağlı, gelecekteki menfaatleri yine bölge ile –özellikle Mısır- işbirliği yapmaktan geçen Türkiye’nin her söylem ve hareketinin o bölgelerde olumlu ve olumsuz yankılar yapması tabiidir. Büyük ve hızlı değişimlerin yaşandığı Arap baharı ülkelerinde mevcut olan kafa karışıklığı ile güçler arası çatışmaların tartışmalarında bir şekilde benzeri aşamaları yaşamış olan Türkiye‘yi sürekli gündemde tutmaları kaçınılmazdır. Türkiye’de geçmişte olduğu gibi, gerek Tunus ve gerekse Mısır’da ordunun siyaset üzerindeki etkisi bilinen bir gerçektir. Üstelik Mısır’da ordu uzun zaman sadece siyaseti yönlendirmemiş, ayrıca dışardan sağlanan yardımlar ile istihdam alanı yaratmıştır. Ordu, Mısır’ın genç ve çoğunlukla eğitimsiz nüfusunu uzun yıllar zorunlu askerlik hizmetine tabi tutarak bir nevi işsizliğin önlenmesinde ya da az gösterilmesinde büyük katkılar sağladı. Bugün Mısır yönetimi bunu yeniden değerlendirmek mecburiyetindedir.  Bu yüzden Sayın Büyükelçi‘nin açıklamalarının kimi çevrelerce hassasiyet yaratması kaçınılmazdı. Eğer bu konuda bir fikrimiz var ise bunun diplomatik nezaket kurallarını da dikkate alarak açıklıkla belirtilmesi ve önerilerde bulunulması kadar doğal bir şey de yoktur. Nitekim bana göre de yanlış anlaşıldığı söylenen fikir (gazete tercümelerinde bulunmaktadır),-söylenmese de- aslında doğru bir tespittir. Ama fikirlerimizin yanlış anlaşılmasına yine bizim sebep olmamız asla doğru değildir.

Burada vurgulamak zorunda olduğumuz bir husus daha vardır. Hatırladığımız kadarı ile daha önce Sayın Başbakan’nın bir toplantısında da bir tercüme krizi yaşanmış ve bu tercüme krizi yanlış anlaşılmalara neden olmuştu. Gerçekten Sayın büyükelçinin sözleri bir tercüme hatası ise bunun da önlemlerinin kendileri tarafından alınması gerekirdi. Öncelikle, Mısır gibi bir ülkede Arapça’yı çok iyi kullanan bir elçinin olmaması Türkiye için bir eksikliktir. Bu yapılamıyorsa; bu denli önemli konuşma ve açıklamaların mutlaka resmi ve güvenilir tercümanlar ile yapılması gerekir. En azından İngilizce metinlerin yanında Arapça metinler de dağıtılabilir.

Bu tedbirler elbette bölgede Türkiye’nin bugün ve gelecekteki rolünü tartışmaya engel olmayacaktır. Zaten bunu yine Mısır’daki akl-ı selim çevreler ifade etmekte ve Türkiye ile işbirliğinin önemine onlar da vurgu yapmaktadırlar. Ancak şunu bir kere daha vurgulamamız gerekir ki; Türkiye’nin bütün gayret ve iyi niyetleri, nerede ise sadece iletişim araçlarını ve özellikle dili kullanamamaktan dolayı heba olmaktadır. Sayın büyükelçimizin donanımınına güven duymakla birlikte bir prensip olarak, Türkiye artık Arap dünyasında konsolos, konsolos kançilaryası ve tabii ki büyükelçilikler ve diğer personellerini mutlaka özel eğitimden geçirmek zorundadır. Bu bölgelerde çalışacakların bölge üzerinde uzmanlaşmış diplomatlar olmasının sağlanması bir zorunluluktur. Bu o kadar zor bir şey değildir. Dünyada büyük güç olmak isteyen her ülke bunu yapmakta ve başarmaktadır. Sizler hiç Türkiye’de görev yapıp Türkçe bilmeyen ABD ya da Rusya büyükelçisi gördünüz mü?