Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 5 aylık bir aradan sonra bu kez 7 Eylül 2018’de İran’ın başkenti Tahran’da bir araya geldiler. Tahran’da düzenlenen zirvenin ana gündem maddesini Suriye ordusunun İdlib’e yönelik olası operasyonu oluşturmaktaydı. Her üç ülke Suriye’de savaştan arındırılmış bölgelerinin kurulması ve Suriye hükümeti ile muhalifler arasında diyalog kanallarının açılmasını öngören Astana Süreci’nin garantör ülkeleri konumunda bulunuyor. Bölge, Astana’da varılan uzlaşma sonucu Suriye’de oluşturulan “Dört Gerilimi Azaltma” bölgesinden biri olarak tasarlanmıştı. Taraflar arasında varılan uzlaşma sonucu her üç ülke de İdlib içine gözlem noktaları yerleştirmişti. Buna rağmen Esed rejimi, haftalardır İdlib’e askeri operasyon gerçekleştirmek üzere bölgeye askeri yığınak yapıyor. Suriye ordusuna askeri destek veren Rusya ve İran bölgedeki terörist unsurlara yönelik bir operasyonun gerekliliğinden bahsediyorlar. Nitekim Rus savaş uçakları zirvenin olduğu gün dahil bir süredir İdlib’in çeşitli bölgelerini bombalıyor. Suriye rejimi açısından Vilayetin yeniden kontrol altına alınması 2011’de başlayan iç savaşın, en azından muhalifler ve dışarıdan gelen terör örgütleriyle olan bölümünün, büyük oranda sona ermesi anlamına geliyor.

Zirve İdlib Sivillerini Unuttu

Zirve, liderlerin bilgisi ve teamüllerin dışında canlı yayınlandı ve 12 maddelik bir bildiri ile son buldu. Bildiriler, Astana formatının Ocak 2017’den bu yana sağladığı başarılardan duyulan memnuniyetle başlıyor. Ancak zirvenin gündem maddesine paralel olası bir operasyon karşısında, sivil insanların güvenliğini sağlamaya dönük somut adımların atılmamış olması bir zaafiyetin olduğunu gösteriyor. İdlib’te yaklaşık 3 milyon sivilin yaşadığı tahmin ediliyor ve nüfusun yarıya yakını, iç savaş nedeniyle buraya yerleşen sivillerden oluşuyor. Bunların da yaklaşık yarım milyonunu, Suriye rejiminin son birkaç yılda düzenlediği operasyonlarla ele geçirdiği muhalif bölgelerden, muhalifler ile rejim arasında imzalanan anlaşmalar kapsamında rejim kontrolünde yaşamayı reddederek İdlib’e gelen sivil insanlar oluşturuyor. Bir bakıma bu insanların olası bir saldırı durumunda gidebilecekleri yerlerin sınırlılığına işaret ediyor. Bu nedenle bir süre önce Birleşmiş Milletler, geniş kapsamlı bir askeri harekât durumunda 1 milyona yakın sivilin Türkiye’ye kaçabileceği uyarısında bulundu. Bu açıdan Türkiye başından beri İdlib’e yönelik bir harekâtın büyük bir insani felakete dönüşeceği kaygısını taşıyor ve sorunun siyasi çözüm ile sonlandırılması gerektiğini vurguluyor. Nitekim zirvede Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin mülteci ağırlama kapasitesini doldurduğunu ve ülkenin yeni bir göçü kaldıramayacağını belirtti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sonuç bildirgesinin 3. Maddesine ateşkes ifadesinin de eklenmesini belirten ifadeleri dışında zirvede bu konuda somut bir girişimden bahsetmek son derece zor. 3. Madde tarafların Suriye’de meydana gelen gelişmeleri değerlendirdiklerini, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’ndeki durumu görüştüklerini ve konuyu Astana formatını tanımlayan işbirliği ruhuna uygun olarak ele almayı kararlaştırdıklarını belirtiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu isteği Rusya lideri tarafından olumlu karşılansa da ateşkesin taraftarları olmadığından bildiriye eklenmesi uygun görülmedi. Bu nedenle sonuç bildirgesinin 4. Maddesi Suriye rejiminin elinin güçlendiği ve İdlib’e yönelik askeri bir müdahalenin meşru hale geldiği gibi bir neticeye yol açtı. Bu aynı zamanda gerilimi azaltma bölgelerinden bir diğerinin de işlevsiz hale gelmesi anlamına geliyor. 4. Madde BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan DEAŞ, Nusra Cephesi ile El Kaide veya DEAŞ’la bağlantılı tüm diğer bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumlarla mücadeleyi öngörüyor. En azından İdlib’e yönelik topyekûn bir saldırıyı meşrulaştırıyor. Çünkü Suriye’nin kuzeybatısında muhaliflerin yoğun olarak sığındığı İdlib, Heyet Tahriru’ş Şam (HTŞ) tarafından kontrol ediliyor. Bu grup, başta el-Kaide’nin bir kolu olarak kurulan Nusra Cephesi olmak üzere birkaç radikal grup tarafından oluşturulan bir askeri koalisyon olarak biliniyor. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, bir süre önce yaptığı açıklamada operasyonun hedefindeki bölgede El Nusra ve El Kaide üyesi olan 10 bin kişinin aileleriyle birlikte yaşadığını belirtti. Bunların bir kısmının yabancı savaşçılar olduğu da yapılan açıklamanın bir parçası. Bu durumda Türkiye, 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşında alınan yanlış kararların faturasıyla bir kez daha karşı karşıya kalacağa benziyor.

Her Ülkenin Gündemi Farklı

Her şeye rağmen her üç ülkenin Suriye konusundaki önceliklerinin ve beklentilerinin farklı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bunu hem sahada hem de tarafların açıklamalarında görmek mümkün. Bu hususta Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un, Suriye’deki amaçlarının Türkiye ve İran ile her zaman uyuşmadığını belirten demeçleri var. Rusya Suriye’yi Doğu Akdeniz’de yer kapma açısından, İran Akdeniz’e açılma ve İsrail’e karşı bir dost olarak, Türkiye ise sınır güvenliği bakımından önemsiyor. Bu nedenle Türkiye’nin hassasiyeti Suriye’de sadece İdlib ile sınırlı değil. Bölge, ayrıca PYD/YPG açısından da büyük bir sorun oluşturuyor. Türkiye bu grupları ayrılıkçı terör örgütünün Suriye’deki uzantısı olarak görüyor.

Bildirinin 2. Maddesinde Türkiye’nin bu hassasiyeti ön plana çıkarılmış. Madde Terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerekçeler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddediyor, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğini zayıflatmayı amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını ifade ediyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da özellikle Suriye’nin siyasi, coğrafi ve sosyal bütünlüğü gerçek anlamda sağlanana kadar bölgedeki varlıklarını korumakta kararlı olduklarını belirtti. 2. Madde Türkiye’nin bu hassasiyetinin yanı sıra ABD ‘ye de üstü örtülü bir mesaj gönderiyor. Bununla birlikte Suriye’de Rusya ve İran’ın gittikçe artan nüfuzu ülkenin kuzey doğusuna ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun yerleşmesine yol açtığını bilmekte fayda var. Bu süreçte özellikle İran askerleri ile milis güçlerinin Suriye’den çıkarılması Amerikan siyasetinin vazgeçilmez unsuru haline geldi. Bu nedenle ABD, Suriye’nin kuzey doğusu ile kuzeyinde bulunan 2 bin askerin bölgede kalması konusunda kararlı görünüyor.  Bu durumda uluslararası güçlerin istediği siyasi şartlar oluşmadan Suriye’de siyasi istikrar beklemenin pek de kolay olmadığı görülüyor.

Nitekim Avrupa ve komşu ülkelerde bulunan ve sayısı 7 milyona yaklaşan Suriyeli mülteciler meselesinde de bu husus göze çarpıyor. Bildirinin 9. Maddesi, sığınmacıların ve ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin Suriye’de ikamet ettikleri asıl yerlerine güvenli ve gönüllü olarak geri dönüşleri için gerekli şartların oluşturulmasının gerekliliğini vurguluyor. Bu hususta Rusya harekete geçmiş durumda. Ancak basına yansıyan bilgiler Rusya’nın Avrupa’daki mülteciler konusunda ABD’nin engeliyle karşılaştığını gösteriyor. Hatta Moskova’nın bu girişimine uzak durmaları konusunda, Avrupa ülkelerine baskı yaptığı belirtiliyor. ABD, mültecilerin Suriye’ye dönüşünü ülkede siyasi çözüm ve İran’ın etkinliğinin sınırlandırılmasıyla ilişkilendiriyor.

Bildirinin geriye kalan 5 maddesi temel insani haklarla ilgili. 5. Maddede Suriye ihtilafına askeri çözüm getirilemeyeceği ve ihtilafın yalnızca müzakere edilmiş bir siyasi süreç yoluyla sona erdirilebileceğine dair kararlılık belirtiliyor. 6. Maddede taraflar Suriyeli’lerin öncülüğünde ve sahipliğinde bir siyasi çözüme ulaşma sürecini ilerletme amaçlı ortak çabaları sürdürme konusundaki kararlılıklarını yinelemişlerdir. 7. Madde de bütün Suriyeli’lerin normal ve huzurlu bir hayata yeniden kavuşmalarına ve acılarının hafifletilmesine yönelik tüm çabalara destek olma ihtiyacını vurgulamışlardır. 8. Maddede ihtiyaç duyan tüm Suriyeli’lere hızlı, güvenli ve kesintisiz insani erişim sağlanmasını kolaylaştırma yoluyla, sivillerin korunması ve insani durumun iyileştirilmesini hedefleyen ortak çabaları sürdürmedeki kararlılıklarını yinelemişlerdir. 10. Madde de BM ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi uzmanlarının katılımıyla yürütülen, alıkonulanlar-kaçırılanların serbest bırakılması, cenazelerin teslimi ve kayıp şahısların tespiti Çalışma Grubu’nun faaliyetlerindeki ilerlemeyi memnuniyetle karşılamışlardır. 11. Madde de bir sonraki toplantının Rusya Federasyonu’nda yapılacağını kararlaştırmışlardır. 12. Madde de Tahran’daki üçlü Zirve’ye ev sahipliği yapmalarından ötürü İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Hasan Ruhani’ye teşekkürlerini sunuyorlar.

Sonuç olarak İdlib’te tehlike hala devam ediyor. Suriye meselesi çözümden hala uzakta olsa da tarafların diyalog kurabilmesi ve bunu bütün dünyanın gözünün önünde açıkça yapabilmeleri önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.