Cumhuriyet Halk Partisi, 3 Aralık Cumartesi günü İstanbul’da düzenlediği “İkinci Yüzyıla Çağrı” programında 2023 için “vizyon belgesini” açıkladı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelecek vizyonunda başdanışman olarak öne çıkan isimlerden biri ABD’li ekonomist ve teorisyen Jeremy Rifkin oldu.
Peki, ABD’li ekonomist Jeremy Rifkin kimdir? ABD’ye karşı Avrupa’yı neden savunuyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan Elon Musk ile görüşürken Kılıçdaroğlu’nun Rifkin ile yakınlığı ne anlama geliyor?
Öncelikle şu noktadan başlayalım. Rifkin, Türkiye’de gündeme gelmeden çok önce ABD’de büyük çıkar gruplarının hedefi olmuş isimlerden biridir. ABD’nin geleceğini tartışırken Avrupa’da ve Çin Komünist Partisi’nde övgüyle ve ilgiyle takip edilen isimlerden biri olması onu küresel bir marka yaptığı gibi aynı ölçüde tepkilerin de odağı yapmıştı.
Temmuz 2021’de ORDAF’ta yayınlanan “Yeşil Dünya Düzeni: Petro-Devletten Elektro-Devlet’e Geçiş” başlıklı makalemde dikkat çektiğim gibi Rifkin, sadece bir teorisyen olarak gördüklerini yazıp çizen bir aydın değil aynı zamanda yeni sanayi inkılabının uygulayıcısı olma iddiasındaki TIR Consulting Group Başkanı idi. Alman ve Çin hükümetlerine akıllı şehirlerin gelişimi ve petrol sonrası sanayi modeli için danışmanlık hizmeti sundu. Şimdi ismi 2023 seçimlerine hazırlanan CHP’nin yabancı danışmanları arasında yer almaya başladı. Böylece Türkiye’de Rifkin’in tezleri daha fazla reklam edilecek ve bu görüşler üzerinde daha fazla “farkındalık” oluşacaktır. Bu tezlere bakalım.
Solcu Bir Aktivist Mi Genç Bir Ludist Mi?
Jeremy Rifkin, Rusya’dan ABD’de göç etmiş Yahudi bir anne ile sanayici bir babanın oğlu olarak II. Dünya Savaşı sona ererken ABD’de dünyaya geldi. Geni değiştirilmiş organikler (GDO) karşıtlığından kırmızı et ve büyükbaş hayvancılık karşıtlığına ve hatta petrol karşıtlığına dek pek çok alanda aktivist olarak öne çıktı. Bu yüzden ABD’de pek çok çıkar grubu tarafından sevimsiz bir aktivist olarak görüldü. Basında bazı sert eleştirilere maruz kaldı.
1970’lerde kurduğu Washington merkezli solcu bir hareket olan The Foundation on Economic Trends (FOET) ile Hamburger ve petrol karşıtlığı yapmaya başladı. FOET’in geliri Rifkin’in verdiği konferanslardan geliyordu. Genç solcu aktivist Rifkin, bu konferanslarında büyükbaş hayvan besiciliğindeki artışın ve petrol sektöründeki yayılmanın dünyayı katlettiğini, ölü bir gezegende sosyal adaletin yaşayamayacağını söylüyordu.
Rifkin, 1990’larda Beyond Beef kitabıyla Amerikalıların biftek yeme alışkanlığını tartışmaya açtı. İnsanlar daha fazla hamburger yedikçe ve petrol tüketmeye devam ettikçe dünyayı daha kötü bir yere çevireceklerdi. Ayrıca bu dönemde yayınlanan kitaplarından Ortak Akıl (Common Sense) ile şunu savunuyordu: İşçiler ve toplum, kendi geleceğini ilgilendiren konularda oy hakkına sahip olmalılar.
Rifkin ve arkadaşları zamanla ilaç sanayisini hedef almaya başladılar. Bu sektörde yürütülen büyük AR-GE çalışmalarını eleştirdiler. DNA üzerinde hedeflenen sonuçların insanlığa bir komplo kuracağını söyleyerek farklı genlerin bir araya getirilip yeni kombinasyonlar yapılacağını iddia ettiler. Rifkin artık şunu görüyordu: Bilim ile teknoloji arasındaki ilişki, onu besleyen bir dünya görüşüyle de alakalıdır. O halde insanlığın lehinde olacak gerçek bir değişim için üretim odaklı dünya görüşüne topyekün saldırmak gerekir. “Bilimin gerçeğe ulaşmak için en doğru yol olduğu” iddiasıyla kandırılan insanlığın aslında bunun yerine “hayatın mukaddesliği” ve “empati” üzerinde yükselen bir kültür seviyesine ulaşması gerekir.
Bütün bu ifadeler ve nutuklar elbette Soğuk Savaş dünyasında kapitalizmin sert yüzünü eleştiren bütün solcu hareketler için heyecan verici, eşitlikçi ve insani görüşler idi. Üretmek ve zengin olmak için uğraşan milletlerin tükettiği bir dünya vardı. Adam Smith’in “milletlerin zenginliği” ve Batı’nın değer olarak sarıldığı kapitalizmin nereye gittiği pek âlâ sorgulanıyordu.
New York Times editörü E. Tivnan, Ekim 1988’de Jeremy Rifkin’i anlatırken onu 19. yüzyılda yeni sanayinin getirdiği makinelere saldıran Ludistler ile tasvir etmişti. Ludistler, İngiltere’de sanayi devriminin getirdiği yeni tekstil makinelerinin yaygınlaşmasına karşıydılar. Hatta makinalara saldıranlar bile olmuştu. Bu makinalaşma, eski imalat tezgâhlarını ve klasik piyasayı yok ettiği için bir kötülük olarak görülüyordu. Rifkin, o günlerde 40’lı yaşlarda bir aktivist olarak biyoteknolojinin getirdiği gıda ürünlerindeki bolluğu eleştirmekteydi. Biyoteknoloji karşıtlığı o dönem GDO’lu ürünleri ve insan bedenine yapılacak müdahaleleri hedef almaktaydı.
Türkiye’nin ve Dünyanın Artan Nüfusu: Büyük Bir Problem Mi?
Sanayi İnkılabı’ndan çok sonra başlayan Gıda İnkılabı (veya ziraat devrimi), II. Dünya Savaşı’ndan sonra üretim metotlarıyla müthiş artış gösteren meyve sebze piyasasını doğurmuştu. Sulama teknikleri, kökleri çoğaltma ve gübreleme yaygınlaşınca dünya genelinde büyük bir gıda arzı oluşmuş, bu da nüfus artışını sağlamıştı.
Burada ülkemiz üzerinden bir bakış yapalım: 1950’lerde ABD’nin elindeki finans ve teknolojik imkanlarla pek çok ülkeye sağlanan Marshall Yardımları, savaş sonrası Avrupa’yı yeni kapitalist düzene göre inşa etmeyi hedefliyordu. Bugünkü karşılığı 100 milyar doları aşan Marshall Planı az da olsa Türkiye’yi de desteklemişti.
1950’de nüfusunun yüzde 80’i köylerde yaşayan 20 milyonluk Türkiye’de hızlı bir nüfus artışı başladı. 1920’de 20 milyon olan Türkiye, 1980’de 45 milyona ulaştı. 1920’lerde Osmanlı Devleti yıkılırken nüfusu 30 milyonun altındaydı; 21. yüzyıla girerken Türkiye’de nüfus 67 milyona ulaştı. 20. yüzyıl başlarında 1,5 milyar olan dünya nüfusu 21. yüzyıla 6 milyar insan ile girdi. Bu büyük artış Batılı ülkelerden ziyade Batılı olmayan ülkelerde yaşanıyordu. Nüfus artışının en önde gelen sebebi belki de Rifkin’in hedef aldığı Gıda İnkılabı idi.
Türkiye’deki nüfus artışını eleştiren en meşhur isimlerden biri olan Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, 2015’te basına yansıyan sözleriyle bunu şöyle ifade etmişti:
Nüfus 80 milyon kişiye doğru gidiyor. Bu bize büyük bir ayak bağı oluyor. 50-60 milyonda kalsaydık çok daha zengin olurdu bu ülke.
Jeremy Rifkin, ham kaynağı karbon (petrol-gaz-kömür) olan enerji çağının sona ermek üzere olduğuna inanmakta ve yıllardır petrol lobisine karşı faaliyet yürütmektedir. Rifkin’e göre bundan sonra devletler geleceğe yatırım yaparken bütün planlamalarını otomasyon (robotik) teknolojilerine bakarak yapacaklar. Ancak kalabalık nüfus ile gelişen teknolojinin karşılaşması bir kriz doğuracaktır.
1995’te yayınlanan The End of Work (Mesainin Sonu) kitabında Rifkin bunu şöyle ifade etmişti:
21. yüzyıl dünyasında nüfus artışından gelen yük ile iş imkanlarının azalması ortamında yaşanacak çatışma küresel çapta doğan ileri teknoloji ekonomisinin jeopolitiğini şekillendirecek.
Rifkin, “ileri teknoloji ekonomisi” derken 21. yüzyılda nesnelerin interneti dünyasında akıllı şehirlerin geliştirilmesi ve robot nüfusundaki artışın insan nüfusunu baskı altına alacağına dikkat çekiyordu. Bu görüşe göre, yapay zekanın otomasyon gücü, insanlığın iş gücünü azaltarak büyük işsizlik çağını başlatmış olacak. Yeni nesil teknolojik gelişmeler, petrol sonrası çağa geçiş için büyük dönüşümü tetikleyecek. 2020’li yıllarda karbon maddelerin küresel sanayi ve ekonomi üzerindeki hakimiyeti erime gösterecek. ABD eğer petrol sonrası çağa hazırlıklı davranmazsa liderliği kaybedebilir.
Jeremy Rifkin’in 1998’de piyasaya çıkan ve ses getiren bir diğer eseri, Biyoteknoloji Yüzyılı (The Biotech Century) isimli kitabı oldu. Rifkin, eski sanayi düzeninde insanların sağcı ve solcu olarak bölündüğünü hatırlatıp 21.yüzyılda artık bunun farklı yüzlerle cereyan edeceğine dikkat çekti. Bu görüşe göre, biyolojik çağ ile sosyal muhafazakârlar kapitalist duruşlarını sorgulamak zorunda kalacağı gibi liberaller de sosyal demokrat siyaset kalıplarını sorgulamak zorunda kalacaklar. Teknolojinin cenin ve kök hücre üzerinden bir devrim sunacağı bu yüzyılda insan bedeni üzerindeki mücadele muhafazakarları da liberalleri de biyoteknolojik toplum ve politikalar üzerinden ortak endişelere yöneltecek.
2006’da Washington Post’ta (17 Aralık tarihli) makalesinde Rifkin dünyayı kurtarma reçetesinden bahsederken özetle şunları yazdı:
İnsan türü artık şehirli bir varlığa dönüştü. Sürekli artan şehirli sayısıyla dünya artık şehirlerden ibaret olmaya başladı. Elbette şehirleşmenin artması ve insanların şehirlere yığılması artık sürdürülebilir değil. Sadece Chicago’daki dünyanın en büyük gökdelenlerinden The Sears Tower’ın bir günde tükettiği elektrik, 152 bin nüfuslu Rockford şehrinde tüketilen elektrikten fazla.
Artan nüfusu şehirlerde beslemek zorlaşıyor. Uzmanlar böyle giderse çevrenin tamamen tahrip olacağını, gelecekte rüzgarların artık esmeyeceğini söylüyor. 200 sene önce ortalama bir insan hayatı boyu 200 kadar insan görürdü. Bugün New York şehrinde bir insan işyeri veya evinin çevresinde 200 bin küsür insanla birlikte yaşıyor.
Eskiden insanlar güneş ve rüzgâra bağlı yaşarlar, insan ve hayvan gücüyle enerji oluştururlardı. Böylece biyosfer atıkları geri dönüştürür ve kaynaklar yenilenirdi. Ancak zamanla buharlı makineler ve sonra içten yanmalı makineler çıkıp zamanla elektriğin dağıtılabilir olmasıyla fosil yakıt desteğini arkasına alan insanlık daha hızlı ve fazla miktarda gıda ve emtia üretmeye başladı. Üretkenlikteki bu artış tahmin bile edilemez şekilde dünya nüfusunu ve şehirleşmeyi artırdı.
Şehirlerin gıda ihtiyacı, yol ve bakım hizmetleri artık çevreyi yok ediyor. Elbette şehir hayatı ticari hareketlilik, içtimai ilişkiler ve kültürel çeşitlilik sağlıyor. Ancak artık nüfusu en iyi nasıl azaltabileceğimiz üzerinde kafa yormamız gerekiyor. Enerji kaynaklarını daha verimli kullanan, daha az çevreyi kirleten bir hayat tarzı üzerinde çalışmamız gerekiyor.
Üçüncü Sanayi İnkılabı: Petrol Lobisini Kızdıran Yaklaşım
Jeremy Rifkin, 2011’de yayınlanan kitabı (The Third Industrial Revolution) ile gene dikkatleri üzerine çekti. O dönemde küresel petrol lobisiyle mücadeleye başlayan bir diğer küresel lobi, Kyoto Protokolü’nden Paris İklim Antlaşması’na geçişin hukuki altyapısı üzerinde çalışıyordu. Bu küresel lobi Liberal-Sol siyasetçileri desteklerken muhafazakâr-sağ siyasetten beslenen petrol lobisinin karşısındaydı. Dolayısıyla Rifkin’in yeni kitabı ÜÇÜNCÜ SANAYİ İNKILABI petrole saldırınca gücünü petro-dolarlara borçlu olan lobileri kızdırdı. Bu kitabında Rifkin küresel sanayinin tarihi gidişatını şöyle özetlemişti:
19. yüzyılda matbaanın yaygınlaşması ve okulların yayılması, yeni bir nesil doğurdu. Bu nesil, matbu eserlerle yetişen işçi sınıfıydı; kömür yakarak çalışan buharlı makinalar çağında yaşadı. Bu, Birinci Sanayi İnkılabı idi.
20. yüzyılda teknoloji daha fazla gelişti. Önce telefon gibi kablolu iletişim vasıtaları ortaya çıktı, daha sonra radyo ve TV gibi kablosuz iletişim başladı. Bu dönemde petrol merkezli yeni bir çağa geçildi. Otomobiller yayıldı ve tüketim kültürü genişledi. Bu, İkinci Sanayi İnkılabı idi.
Peki, Üçüncü Sanayi İnkılabı?
İşte üçüncü devrim çağını bugün yaşıyoruz. Kısa süre önce internet ile başlayan yeni hayat tarzı artık günümüzde yenilenebilir enerjiyle birleşiyor. İnsanlar artık petrol sonrası çağa geçiyor. Yakın dönemde milyonlarca insan artık enerjiyi petrol veya kömür piyasasından satın almadan kendi evlerinde üretebilecekler.
İşte bu ÜÇÜNCÜ SANAYİ İNKILABI petrol sonrası çağın önümüze sunduğu iletişim ve enerji devrimleriyle gerçekleşmektedir. O halde bu çağa geçiş kaçınılmaz olduğu için bu geçişi yönetmek zorundayız. Bu da bildiğimiz kapitalist dünyanın değişmesi demektir.1
Amerikan petrol lobisinin merkezi sayılan American Petroleum Institute’de Mark Green imzasıyla 2012’de yayınlanan bir makale, Rifkin gibi petrol sonrası çağı müjdeleyen ve petrol karşıtlığı yapanları eleştirdi. Bu makalede ortaya konan gelecek tahminlerine göre, önümüzdeki on yıllar boyunca petrolün sanayideki ağırlığı ciddi ölçüde devam edecek; buna alternatif üretmek mümkün olsa da değişimin hızlı olacağını savunmak piyasaya zarar vermekten başka işe yaramayacak. Bu yüzden petrol sonrası çağı müjdeleyenler gerçekçi davranmazlarsa bir ülkenin enerji politikalarını kötü etkileyebilirler.
Jeremy Rifkin’in savunduğu tezler genel olarak yeşil, insani ve çevrecidir; ancak uygulamada kriz yönetimi gerektiren zorlukların sebebidir. Rifkin, nüfus artışını destekleyen politikalara karşı çıkmaktadır. Bu görüşe göre çokça protein üretip piyasaya arz eden GDO’lu ürünlerden kırmızı et imalatına kadar hayvancılıkta ve meyve sebze yetiştiriciliğinde pek çok zirai faaliyet aslında dünya nüfusunu artırarak dengeyi ve çevreyi bozmaktadır. Yeni iletişim ve enerji devrimi, öncekiler gibi insanın zihin dünyasını da değişime zorlamaktadır. Böylece dünya şimdi yeniden büyük bir değişime girmiş bulunmaktadır. Bu değişimi iyi yönetebilmek gerekir.
Elon Musk, Rifkin ve Türkiye: Hangi Amerikalılar?
Jeremy Rifkin’in nüfusu bir şekilde azaltmalıyız tezine karşılık Elon Musk tam tersini söylemektedir. Musk’a göre “doğum oranındaki azalmayla gelen nüfus azalması medeniyetimizi küresel ısınmadan daha fazla tehdit etmektedir.”
ABD’de yükselirken önce modaya uyup petrol lobisini eleştiren Elon Musk, zamanla petrolcülerin gönlünü alan açıklamaları ve Amerikan petrol dünyasının merkezi Texas’a taşınmasıyla dikkat çekti. Bilindiği üzere dünyada petrol fiyatlarının belirlendiği iki büyük borsadan biri Texas diğeri Londra (Brent petrol) borsasıdır.
Musk’ın elektrikli otomobilleri elbette yeni hemşerilerine akaryakıt alanında bir kayıp yaşatacak. Ancak 44 milyar dolar (neredeyse Avrupa’yı kurtarma projesi olan Marshall Planı’nın üçte biri) gibi bir meblağı Twitter’a yatırınca Silikon Vadisi’nde bir gürültü çıktı. Eskiden Marshall Planı ile Avrupa’da petrol sanayisi kurmak mümkün olmuşken günümüzde petrol sonrası sanayiye geçişin altyapısı üzerinde çalışan Silikon Vadisi’nin patronları, petrolden beslenenlerle kendi vadisinde karşılaşmak zorunda kaldı.
Elon Musk’ın petrol lobisine düşman olan Silikon Vadisi’ne böyle sert bir giriş yapması acaba hangi lobiyi sevindirmiş olmalı? Petrol lobisi ve muhafazakâr Evanjelikal Amerika’nın desteklediği Donald Trump’ın 10 çocuk babası Elon Musk’ı övmesi, artık petrol borsasının merkezindeki bir Texaslı olan Musk’ın lobiyi yumuşatan açıklamalar yapması nasıl yorumlanmalı?
Elbette şu nokta dikkat çekicidir: Silikon Vadisi’nde Mark Zuckerberg’in desteğini kaybeden Amerikan muhafazakârlar bir yandan Donald Trump için yeniden kampanya başlamışken artık Musk’ı transfer ettiklerini düşünüyorlar.
Elon Musk, 2017’de Türkiye’yi ziyaret edip Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ile bir görüşme yapmıştı. Zamanla devam eden görüşmelerde Türkiye’nin milli uzay projeleri ve TOGG’un lityum bataryalarında işbirliği görüşüldü. Musk’ın şirketleri Amerikan muhafazakarla büyürken Türkiye gibi bazı ülkelerle nasıl çalışacağı elbette önemlidir.
Sonuç olarak;
ABD’de muhafazakârlar ve liberaller geleceğin elektro dünyası üzerinde mücadele etmektedir. 20.yüzyılda en hızlı para kazandıran petrol ve gaz sahalarının lobisi BIG OIL, 21.yüzyılda en hızlı kazandıran Silikon Vadisi limanı BIG DATA ile yer değiştirmektedir. Bu değişimi yönetme iddiasındaki BIG MONEY (küresel sermaye) birbiriyle rekabet eden lobilerin gelecek senaryolarını dikkate almaktadır.
ABD’deki lobiler rekabeti sadece Silikon Vadisi’ne yansımıyor. Elbette Türkiye ve komşu ülkelere de yansıyabilir. Devlet politikaları ve siyasi partilerin yol haritasında kimlerle işbirliği yapacakları küresel rekabete göre şekillenecektir.
ABD’de son yıllarda Elon Musk’ın gerilim yaşadığı çıkar grupları Jeremy Rifkin’i destekliyor. Yeni Dünya Düzeni’nde yeni oyuncular arasında bir mücadele yaşanıyor. Bunun Türkiye’ye yansımaları elbette konuşmaya değer.
Nüfus artışını, et ve petrolü tehdit olarak gören düşünceyle buna karşı çıkan düşünce grupları önümüzdeki dönemin siyaset dilini belirleyecek gibi görünüyor. Türkiye’nin nüfus politikaları, göç politikası, uzay ve sosyal politikaları çok akıllı planlamalar ve çalışmalar gerektiriyor. Yeni siyasetin gündemini öyle görünüyor ki kılık kıyafet tartışmalarından ziyade çevre, sanayi, aile, adalet başlıklı tekno-sosyal mevzular belirleyecek.